MÜBADELE NE DEMEK ?
Türk tarihinde
mübadele
Lozan’da imzalanan Yunan ve
Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol gereği Türkiye’deki
Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların büyük bölümünün karşılıklı olarak yer
değiştirmesi. 30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan makamları tarafından imzalanan
antlaşmaya göre,
Batı Trakya’da yaşayan Türkler
ve İstanbul’da yaşayan Rumlar
dışında, Türkiye ve Yunanistan’daki tüm Rum ve Türk nüfusun yer değiştirmesi
kararlaştırılmıştı. Daha sonra Lozan Barış Antlaşması’yla Gökçeada ve
Bozcaada’daki Rumlar mübadele dışı tutuldu. Antlaşmanın uygulanabilmesi için
iki ülkeden dörder üye ve Milletler
Cemiyeti Kurulu’nun belirlediği üç üyeden oluşan bir
karma komisyon, Ekim 1923’te çalışmalarına başladı. Antlaşma, mübadele edilen
halkın bir daha geri dönemeyeceğini, taşınır mallarını yanlarında
götürebileceklerini, taşınmazlarını ise karma komisyon gözetiminde altın
değerine göre tasfiye edebileceklerini karara bağlıyordu. Ahalinin
değiştirilmeye başlanmasıyla birlikte sorunlar su yüzüne çıktı. En önemli sorun
da, İstanbul’da yaşayan Rumların (mübadeleye tabi tutulmayan Rumlar)
belirlenmesi konusuydu. Yunan makamları, İstanbul’da oturan bütün Rumların,
doğum yeri ve İstanbul’a yerleştikleri tarihe bakılmaksızın “etabli (oturmakta
olan)” sayılması, dolayısıyla mübadele dışı bırakılması konusunda ısrar
ediyordu. Türk tarafı ise, bu konuda belirleyicinin, Türk yasaları olması
gerektiği yönünde görüş bildirdi. “Etabli” adı verilen sorun geniş yankılar
uyandırdı. Milletler Cemiyeti’ne, oradan da Uluslararası Adalet Divanı’na
sevkedilen sorun, Türkiye’nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da,
Yunanistan bu karara uymadı ve Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyarak,
bu malları Rum göçmenlere dağıttı. Buna karşılık Türkiye de İstanbul’daki
Rumların mallarına el koydu. Problem, 1926’da taraflarca imzalanan bir
antlaşmayla çözüme kavuşturulmaya çalışılsa da bu antlaşma uygulanamadı ve
ilişkiler yeniden gerginleşti. Ancak 30 Haziran 1930’da, Yunanistan Başbakanı
Venizelos’un girişimiyle imzalanan antlaşma sonrası iki ülke arasındaki ahali
mübadelesi resmen sona erdi. Bu son antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum
yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ve Batı Trakya’daki Müslüman ahalinin
tamamı etabli statüsünde kabul edilip mübadele dışı bırakıldı. Ahali Mübadelesi
1923’ten başlayarak fiilen 1927’ye kadar sürdü. Türkiye’de bu amaçla Mübadele,
İmar ve İskan Vekaleti kuruldu. Mübadele sonucu 400 bin Müslüman Türk, Yunanistandan
Türkiye’ye gelirken, 1 milyonu
aşkın Rum da Türkiye’den Yunanistan’a gitti. Mübadeleye konu olan Rumların yüzde
80’i Anadolu’da, yüzde 20’si ise Trakya’da yaşıyordu. Mübadele sonrası
Türkiye’de, tamamı İstanbul’da olmak üzere 110 bin Rum kaldı. Mübadele hem
Türkiye’de hem de Yunanistan’da önemli değişikliklere sebep oldu. Türkiye’de,
savaş kayıpları dışında kentli nüfusta, Rumların da gidişiyle önemli bir azalma
görüldü. Rumların ağırlıklı olarak uğraştığı imalat sanayii sekteye uğradı.
Rumların bıraktığı toprağa yerel eşraf el koyduysa da, hükumetin dengeli toprak
dağıtımı politikası sonucu problem giderildi ve yeni gelenlerin ekonomik hayata
uyumu sağlandı. 1923-1934 arası dağıtılan 7 milyon dönüm toprağın tamamına
yakını göçmenlere verildi. Mübadelenin Yunanistan’daki etkisi daha da ağır
oldu. Dağıtılacak toprağın azlığı ve gelen göçmenlerin fazlalılığı, önemli ölçüde
işsizliğe yol açtı. Türkiye’deki yaşamları sırasında daha iyi durumda olan
göçmenlerin yaşadığı statü kaybı, toplumla bütünleşmelerinde problemlere yol
açtı. Bu problemler, iki savaş arası dönemde Yunanistan’ın siyasi
istikrarsızlığa sürüklenmesinin en önemli nedenlerinden biri oldu.
1921-1929 Senelerinde Türkiye’ye Gelen Muhacirler Miktarı(*)
1921-1929 Senelerinde Türkiye’ye Gelen Muhacirler Miktarı(*)
Seneler
Erkek Kadın Yekun
1921
5.488 5.591 11.079
1922
5.189 4.904 10.093
1923 25.553
25.136 50.689
1924
120.322 115.092 235.414
1925
28.353 28.170 56.523
Mübadele GöçleriMübadele (Siyasi –
Zorunlu) Göçleri
Tanımı: Karşılıklı iki veya daha fazlı ülkenin yaptığı antlaşmaların
esaslarına dayanılarak yapılan, ülke nüfuslarının azınlıkta kalan kısmının
karşılıklı olarak yer değiştirdiği göç türüdür. Bu göçler siyasi veya zorunlu
göç olarak ta düşünülebilir. Göçe katılanlar gönüllü değildir. Bir anlaşmanın
hükümlerine göre göçe katılmak doğup büyüdükleri toprakları ve evlerini terk
etmek zorundadırlar.Bu göçe verilebilecek en iyi örnek Lozan Barış
antlaşmasıyla gerçekleşen, Türk – Yunan Nüfus Mübadelesidir. 1923 Türk – Yunan
nüfus mübadelesi ile Yunanistan’dan yaklaşık 400.000 Türk Anadolu’ya gelirken,
150.000 Rum Yunanistan’a göç etmiştir. Bu zorunlu göç ile yüz binlerce
kişinin hayatı değişmiş, mübadiller bir yandan yeni vatanlarına uyum
sağlamaya çalışırlarken diğer bir yandan da doğdukları toprakların
oluşturduğu kimlik ve kültürlerini gelinen vatanda
yaşatmaya çalışmışlardır.
Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi, Kurtuluş
Savaşı ve Mudanya Anlaşması sonrasında, İsviçre’nin Lozan şehrinde
toplanan Lozan Barış Konferansı’nda alınan kararlardan biridir. Bu karar,
30 Ocak 1923’te imzalanan “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin
Sözleşme ve Protokol” ile kesinlik kazanmıştır. Mübadeleye tabii tutulacak
olan halklar ve mübadele kapsamına girmeyen kişiler ile mübadelenin
zorunlu karakteri, sözleşmenin ilk iki maddesinde belirtilmiştir.Madde 1. Türk topraklarında yerleşmiş
Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile Yunan topraklarında yerleşmiş
Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak,
zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiç biri, Türk Hükümetinin izni
olmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a
dönerek orada yerleşemeyecektir.
Madde
2. Birinci Maddede öngörülen mübadele: a) İstanbul’da oturan Rumları (İstanbul’un Rum ahalisini); b) Batı Trakya’da oturan Müslümanları (Batı Trakya’nın Müslüman
ahalisini) kapsamayacaktır.1912 Kanunuyla sınırlandırıldığı biçimde,
İstanbul Şehremaneti daireleri içinde, 30 Ekim 1918 tarihinden önce
yerleşmiş (établis) bulunan bütün Rumlar, İstanbul’da oturan Rumlar
sayılacaklardır. 1913 tarihli Bükreş Antlaşması’nın koymuş olduğu sınır
çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm Müslümanlar Batı Trakya’da
oturan Müslümanlar sayılacaklardır (Soysal, 2000:185).Sözleşmenin birinci maddesinden
anlaşıldığı gibi, mübadele edilecek olan halkların sadece dini kimliği
esas alınmış, dilsel, etnik ve kültürel farklılıklar önemsenmemiştir.
Yine aynı maddenin belirttiği mübadelenin zorunlu bir göç olması hususu,
gerek göçün kısa sürede tamamlanmasını sağlama amacıyla, gerekse
demografik değişiklikler nedeniyle her iki ülkenin de yaşayacağı ekonomik
sorunların bir ölçüde azaltılması düşüncesiyle öngörülmüştür.
Mübadele
kararı, toplumların dini bakımdan homojen duruma getirilmesi
açısından gerek Türkiye’nin, gerekse Yunanistan’ın arzusu doğrultusunda
alınmış bir karardır.
Mübadele ile her iki ülkede de dinsel kimlik bütünlüğü kesin çözüm
bulmuştur (Aktar, 2007:116). Ancak ekonomik açıdan baktığımızda, mübadele
kararı Yunanistan için daha önemlidir çünkü 1923 yılına kadar Anadolu ve
Doğu Trakya’dan 1.200.000’e yakın Rum Ortodoks Yunanistan’a göç etmiştir
(Belli, 2006: 89). Rum muhacirlerin yerleştirilmesi ve en kısa sürede
üretici duruma getirilmeleri için, Yunanistan topraklarında
yaşayan Müslümanların Türkiye’ye göç etmesi ve onların evleri ve arazilerine
muhacirlerin yerleşmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır (Ladas, 1932: 465).
Bu bağlamda mübadelenin, ulus-devlet kurmak ve güçlendirmek çerçevesinde
hem dini hem de ekonomik temeli olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır.Mübadele sözleşmesinin
imzalanmasından itibaren Türkiye ve Yunanistan’da mübadillerin taşınması,
yerleştirilmesi ve üretici durumuna getirilmesi için
çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların en önemlisi, mübadillerin
geldikleri yerlere ve sosyo-ekonomik statülerine göre yeni yerleşim
birimlerinin belirlenmesidir. Ancak bu belirleme, en başta yerleşim
yerlerinin müsait olup olmadığına bağlıdır. İşte bu nedenle iskan faaliyetleri
her iki ülke için de birinci derecede önem taşımıştır.
Türkiye’de Mübadil Yerleşimleri
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün
verilerine göre, mübadele kararının sonucu olarak 1923 ile 1927 yılları
arasında Yunanistan’dan Türkiye’ye 456.720 Müslüman gelmiş ve
çoğunluğu Ekim 1923’te kurulan Mübadele İskan ve İmar Vekaleti tarafından
önceden belirlenmiş olan köy ve şehirlere yerleştirilmiştir.
İskan faaliyetlerinin sonuçlarına
baktığımızda, Türkiye’de mübadil iskanının en yoğun olduğu yerlerin genel
olarak eski Rum yerleşimleri olduğunu görmekteyiz. Köy iskanı açısından
ele aldığımızda, mübadiller çoğunlukla mübadele öncesi ya da
mübadeleyle Rumların terk ettiği boş köylere iskan edilmişlerdir. Bu
nedenle en çok mübadil iskanı Batı Anadolu ve Trakya’ya olmuştur. Diğer
mübadiller ise yerli halkın yaşadığı köylere ya da kendilerinden önce
iskan edilmiş olan muhacirlerin köylerine iskan edilmişlerdir.
Tablo 1. 1923 ile 1927 yılları arasında
illere göre iskan edilmiş mübadil sayıları
Kaynak: Devlet İstatistik Enstitüsü (Behar, 1996: 63)Tablo 1’de gösterilen veriler doğrultusunda, Edirne, Bursa, Balıkesir,
Kırklareli, Kocaeli, Tekirdağ, İzmir ve İstanbul’un mübadillerin en yoğun
olarak iskan edildiği iller olduğunu görmekteyiz. Aynı şekilde bu
verilerin sonuçları mübadillerin %58’inin Marmara Bölgesi’ne, %13’ünün Ege
Bölgesi’ne, %11’inin Karadeniz Bölgesi’ne ve %10’un İç Anadolu Bölgesi’ne
iskan edildiğini göstermektedir. Doğu Anadolu %2,5 ve Güneydoğu Anadolu
%0,5lik pay ile Türkiye’nin en az mübadil iskanı alan bölgeleri olmuştur
(Harita 1). En yoğun mübadil iskanı, 260.000’den fazla mübadil ile Marmara
Bölgesi’nde yapılmıştır. Sadece Trakya’ya 100.000’den fazla mübadil iskan
edilmiştir (Erdal, 2006: 352). İstanbul’da en çok mübadil iskanı yapılan
semtler, mübadele öncesinde en çok Rum nüfusa sahip olan yerler olmuştur.
Avrupa yakasında başta Çatalca, Silivri ve köyleri olmak üzere, Sarıyer
ve köyleri, Mahmutbey, Bağcılar, Esenler ve köyleri; Anadolu yakasında ise
Kartal, Pendik ve Tuzla önemli sayıda mübadilin iskân edildiği yerler
olmuştur. Mübadil iskanından sorumlu Mübadele İmar ve İskân Vekâleti’nin
iskan faaliyetleri dışında, Marmara Bölgesi’ne, özellikle de İstanbul’a,
1924 yılından itibaren serbest iskan da yapılmıştır. İş bulmak ya da
aile fertlerinin yanına taşınmak gibi nedenlerle diğer şehir ve köylerden
İstanbul’a doğru gerçekleşen serbest göç hareketleri, İstanbul’da ikamet
eden mübadil sayısını arttırmıştır.Tarihte
Mübadele göçlerine; Romanya ile Bulgaristan, Hindistan ile
Pakistan arasında yapılanlarda örnek olarak verilebilir.
(Yararlanılan Kaynak: Alternatif
Politika, Cilt. 4, Sayı. 2, 129-146, Temmuz 2012 129 – 1923 TÜRK-YUNAN
NÜFUS MÜBADELESİ VE GÜNÜMÜZDE MÜBADİL KİMLİK VE KÜLTÜRLERİNİN
YAŞATILMASI – Gökçe BAYINDIR GOULARAS* )
Girit’ten Türkiye’ye Uzanan Gerçek Bir Hayat Hikayesi ve Zorlu Mübadele
Yılları
Tam 93 yıl önce, 30 Ocak 1923
tarihinde Lozan Barış Antlaşması kapsamında
hayata geçirilen ve takip eden süreçte yüz binlerce insanın hayatını
değiştiren, belki de o hayatlarda onulmaz yaralar açan mübadelenin ve bir mübadil çocuğun,
annemin öyküsünü anlatalım istedik…
Değiş tokuş yöntemi
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi; 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da yapılan ve resmi adı “Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” olan sözleşme uyarınca, Türkiye ve Yunanistan’ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasına, bir başka deyişle azınlıklarından “değiş tokuş yöntemi” ile kurtulmalarına verilen addır. Göçe tabi tutulan kişilere ise “mübadil” denmiştir.
Sebep dil ya da ırk değildi
Mübadele ile 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu’dan Yunanistan’a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Mübadele kapsamına giren kişiler ile girmeyen kişiler arasındaki ayrımın ana kıstası ırk ya da dil değildi.
Dinin esas alındığı değişim
Esas alınan kıstas “din” olduğu için Rum denilenlerin arasında, Türkçeden başka dil bilmeyen ve konuşmayan Türk Ortodoks Hıristiyanlar, Yunanistan’dan gelen Müslümanların arasında da Türkçe bilmeyen, Rumca ya da kendi ana dillerini konuşan insanlar vardı.
Mübadeleden muaf tutulanlar
Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında, Türkiye’de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlar, Yunanistan’da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardı.
Anadolu’ya yerleştirilen insanlar
Mübadelede Drama, Girit, Kavala, Selanik, Vodina ve Yanya’dan Türkiye’ye gelen nüfus, Doğu Trakya ve Batı Anadolu’da Rum azınlığın ayrılışı ile boşalan yerlere iskan edilmişlerdi. Mübadillerin yoğun olarak iskan edildikleri şehirler Adana, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Edirne, İstanbul, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Manisa, Mersin, Samsun ve Tekirdağ idi.
Yıllarca süren göç
Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda durumda bu uygulamaya 1930 yılına kadar devam edilmiştir. Zorunlu göç gerek Türk, gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren ağır bir krize yol açmıştır.
Ama zorunlu göç
Sözleşme gereği 1 Mayıs 1923 tarihi itibariyle Türkiye topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus ile Yunanistan topraklarındaki Türk/Müslüman nüfus arasında zorunlu göç uygulaması şarta bağlanmış oluyordu.
Bir yaşam öyküsü
Şimdi 1925 yılında Girit’te yaşayan ve Türkçe bilmeyen bir Türk ailenin Marmara Adasında dünyaya gelen kızlarının öyküsünü anlatalım kendi ağzından…
Ana rahminden göçe
Sıcacık, karanlık bir
yerdeyim, ılık bir suyun içinde, hiçbir şey göremiyorum, ayırt edemediğim
sesler alıyorum ötelerden, uzaklardan sanki. Arada bir üstümde gezinen bir el
sanki okşuyor beni, bazen bir inilti, bir hıçkırık çalınıyor kulağıma. Kötü bir
şeyler olduğunu hissediyorum; ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum… Sonra
sanki bulunduğum yerden ayrılıyorum, göbek bağım orada, bedenim orada; ama ben
dışarı çıkıyorum, olanları seyre dalıyorum…
Akdeniz’de bir ada: Girit
Akdeniz’in ortasında kocaman bir ada, maviliğin arasında uçsuz bucaksız yemyeşil ovalar, zeytin ve sakız ağaçlarının çevrelediği, beyaz badanalı evler sıralanmış tepelere, bağların arasına. Tepeden aşağı koşturan çocuklar avaz avaz bağırarak oynaşıyor. Aralarında ablamlar ve abimler de var.Bir telaş var ortalıkta, siyah başörtülü kadınlar, çiçekli basma elbiselerinin kollarını sıvamışlar, gözlerinde hüzün var sanki, bir ayrılık hüznü… Koşuşturuyorlar evlerin arasında, bir şeyler toplamaya uğraşıyor gibiler. Sonra uzaktan babamın geldiğini görüyorum, omuzları çökmüş. Belki aldığı haberden belki de elinde taşıdığı yükten.
– Haydi toplanın artık, diye sesleniyor
anneme. Topla çocukları Fatma ve vedalaş komşularla, ayrılık vakti geldi,
gitmeliyiz…
“Böyle emreylemiş devlet”
Tepelerden aşağı, sahile doğru inen yük arabalarını görüyorum sonra. Yüzleri asık, gözleri yaşlı kadınlar kucaklarındaki çocuklarıyla doluşmuşlar arabalara, erkekler de ayaklarını sürüyerek takip ediyor arabaları.
Ellerinde tüfekleriyle jandarmalar sarmış sahili, gelenleri arabalardan indiriyorlar telaşla. Annem bir yandan kardeşlerimi çağırırken bir yandan da karnını tutuyor, sanki hafiften okşuyor beni…
Bakakalırım giden geminin ardından
Kıyıdan uzakta, açıkta bekleyen bir gemi var, eski köhne bir gemi. Sandallara
doluşan komşularımız gemiye doğru yol alırken sıramızı bekliyoruz sahilde biz
de. Biraz sonra dolan gemi, kara dumanlarını savurarak uzaklaşıyor adadan.
Bakakalıyoruz giden geminin ardından öylece…
Sahilde bekleyiş
İki gün, üç gün sahilde bir başka geminin gelmesini bekliyoruz. Üşüyoruz denizden esen rüzgârla, evlerimize dönmemize izin vermiyor jandarmalar, bekliyor bekliyoruz… Çünkü biz artık “mübadil”mişiz, başka topraklara gitmek, buralardan ayrılmak zorundaymışız.
Nihayet üç günün sonunda geliyor beklenen gemi. Bu sefer biz doluşuyoruz
sandallara ve gemiye bindiriliyoruz itiş kakış ve açılıyoruz yeni ufuklara
doğru.
Günler süren deniz yolculuğu
O bindiğimiz köhne gemi her dalganın çarpışında gıcırdıyor, sallanıyor. Güvertede üst üste birbirine sokularak ısınmaya çalışan insanları savuruyor oradan oraya. Belki de benim yüzümden midesi sürekli bulanan annem perişan bir vaziyette kıvranıyor, daha bir sarılıyor kardeşlerime. Babamsa kucağındaki kemanına sarılmış sıkı sıkıya, çocuğu gibi. O geçimimize katkı olsun diye geceleri düğünlerde çaldığı kemanına…
Minicik çocukların öldüğünü ve çığlıklarla denize bırakıldığını fark ediyorum bir ara. Ağlayan, çırpınan insanlar görüyorum. Günler süren bu zorlu yolculuk bir rıhtımda sona eriyor nihayet. Hepimizi alıp eski, köhne bir binada topluyorlar. Etrafta beyaz gömlekli adamlar koşuşturuyor, hasta olanlara bakıyorlar. “Karantina”ymış buranın adı. Birkaç gün de burada bekletildikten sonra bir başka yolculuğa çıkıyoruz yeniden. Bir başka adaya, Marmara Adası’na doğru. Eski taş mekteplere yerleştiriyorlar burada da bizi. Annem bitkin, yorgun, mecalsiz koşturup duruyor kardeşlerimin ardında.
Güneşi ilk görüş
Sonra bir sabah, daha güneş doğmadan annemin çığlıkları geliyor kulağıma; inliyor, acı çekiyor sanki… Etrafta koşuşturan kadınlar yardım etmeye çalışıyorlar ona… Birden bir aydınlık çarpıyor gözüme, sanki güneşin sıcacık ışıkları… Sevinç çığlıkları arasında sesleniyor kadınlar: “Gözün aydın Fatma bir kızın daha oldu…”
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
Bu hikâyede anlattığım annesinin karnından dünyayı gözleyen kişi annem Latife
Bengi’dir. Resmin ortasında yer alan dedemin solunda yer alır (okuyucuya göre
solunda) kucağında ablamla. 1926 yılında Girit’te başlayıp Erdek’te devam eden
yaşamı önce Heybeliada’ya, oradan Mardin’e göç ederek devam etmiş ve yıllar
sonra döndüğü İstanbul’da bir sürgün olmanın zorluklarını hissederek hep
Girit’i özlemiştir.