BAFRA
Samsun Bafra İlçesi Fotoğrafları
Bafra
Karpuz şenliği:
Bafra karpuzunu ülkemize ve tüm dünyaya tanıtmak ve çiftçilerimizi daha iyi ürün elde etmeye teşvik etmek amacıyla kutlanmaktadır. Her yıl Ağustos ayının son haftasında yapılan kutlamalarda konserler, folklor gösterileri, sergiler ve konferans gibi etkinlikler düzenlenir, iki gün sürer. Bafra halkı çoluk çocuk bu etkinliklere katılır. |
İkiztepe kazıları
Orta Karadeniz bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar, buralarda M.Ö.
3000, 2000 ve 1000 yıllarında bir hayli sık yerleşmelerin varlığını göstermiş
ve bu bölgenin Orta Anadolu ile yalnız Eski Tunç çağında değil, aynı zamanda
Hitit, özellikle Eski Hitit devrindeki ilişkileriyle ilgili de şahitlik
edenbelgelerbulunmuştur.Devamı:İkiztepekazıları
Şifa Hamamı ( Eski Hamam)
Üç yüzyıl kadar önce yapılmıştır.
Kubbelidir. Çok tipik bir yapısı vardır. Yukarıdan bakıldığında, güneş
ışığının girmesi için yapılan gözler, tıpkı Ay yüzeyini kaplayan kraterlerin görünümünü
andırır. Pek geniş olmamakla beraber zamanın en büyük hamamlarından
birisidir. İçinde ayrıca eski zamanlara ait bir mezar bulunmaktadır.350 Yıllık
Tarihi Bafra Şifa Hamamı Kaderine Terk Edildi.Bafra'nın Gazipaşa Mahallesi'nde 17. yüzyılda yapılan tarihi Şifa Hamamı,
30 yıldır kaderine terk edildi.
Bafra'nın Gazipaşa
Mahallesi'nde 17. yüzyılda yapılan tarihi Şifa Hamamı, 30 yıldır kaderine
terk edildi. 350 yıllık geçmişe sahip hamama sahip çıkılmasını isteyen çevre
esnafı ve duyarlı Bafralılar, "Bir tarihin göz göre göre yok olmasına
izin verilmemeli." diyor.
Konu hakkında 20 yıldır eski hamam yanında esnaf olan Vural Yeşilyurt ve Sivil Toplum Örgütleri ile çalışma yapan mali müşavir Harun Şen yaptıkları açıklamada, "Osmanlı Imparatorluğu döneminde, tahminen 17. yüzyılda inşa edilen Gazipaşa Mahallesinde Müze sokağında bulunan tarihi şifa hamamı Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde söz ettiği yerdir. 30 yıldır adeta çürümeye terk edildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nün koruma altına almasına karşın Şifa Hamamı, yıllardır restore edilmeyi bekliyor. Bir Bafralı olarak tarihin, hem de kentimizin tam merkezinde kaderine terk edilmesini kabullenemiyoruz. Çocuklarımıza, Bafra’mıza gelecekte bunun hesabını veremeyiz. Başta Kurul olmak üzere tüm yetkililerin bir an önce harekete geçmesini, bu önemli hamamı tarihimize, kültürümüze kazandırmalarını bekliyoruz. Bir de etrafında bakım yapılmadığından dolayı da çeşitli pislikler oluşmaktadır. Bizde yetkililere seslenmek istiyoruz. Ya yıkın, ya yapın." dedi.Beylik Köy Hüyüğü Tepecik köyü sınırları içinde yer alan bir hüyük yerleşme merkezidir. Eteğinde bir pınar bulunmaktadır. M.Ö 3.000, 2.000 ve 1.000 yıllarına ait eserlere, bu arada Friglere ait boyalı çanak - çömlek parçaları bulunur.
Deniz Feneri Bugünkü deniz fenerin yerini Bir fransız, bir Macar ve Alemdar Zadelerden
Kancıoğlu Recep (Özkan)' dan müteşekkil heyet başkanlığında bir grup
belirlemiştir. Çalışmalara 1922
yılında başlayıp 1923 yılının Nisan ayında bitmiştir.
Halen Aktif olarak
çalışmaktadır. Bugünkü deniz fenerin yerini Bir fransız,
bir Macar ve Alemdar Zadelerden Kancıoğlu Recep (Özkan)’ dan müteşekkil heyet
başkanlığında bir grup belirlemiştir. Çalışmalara 1922 yılında başlayıp 1923
yılının Nisan ayında bitmiştir. Halen Aktif olarak çalışmaktadır.
Balık Gölleri Türkiyenin en nefis sazan
balıklarının çıktığı göllerdir. Kızılırmak deltası üzerinde yer alan Balık
göller 33 parçadan oluşur. Özellikle Yeşilyazı, Koşuköyü, Emenli, Harız ve 19
Mayıs' a bağlı Yörükler beldesi içinde yer alan Balık gölleri yaklaşık 980
hektarlık bir alanı kaplar. Uzungöl, Ulugöl, Tatlıgöl, Kıcıgöl, Ayangöl,
Cernekgölü, Limongölü, Sülüklügöl, Kahırlıgöl, Bataklıgöl, Karaboğazgölü
başlıca isim yapmış olanlarıdır.
Büyük Camii (Cami-i Kebir) İlçenin en eski tarihi eserlerindendir. Evliya Çelebi 'nin 300 yıl
önceleri yazdığı meşhur SEYAHATNAME' sinde bahsettiği iki Cami den birisidir.
Önceleri zamanında Bafra Beyi , İsfendiyaroğulları 'na mensup EMİR - MİRZA
tarafından, merkez de toplanan halkın ibadetini ifa edebilmesi için ahşap
olarak yaptırılmıştır. Bugunkü camiin ise, üzerindeki kitabede Rumi 1086 yılında
(Miladi 1670) Ayşe Hatuntarafından yaptırıldığı ifade edilmektedir. Ayşe
Hatun ise Osmanlı Devlet adamı KöprülüMehmetPaşa' nın kızıdıBüyük Cami Mahallesi Cemiloğlu sokak üzerindedir. İlçenin
en eski tarihi eserlerindendir. Evliya Çelebi’nin 300 yıl önce yazdığı meşhur
Seyahatname'sinde bahsettiği iki camiden birisidir. zamanın Bafra Beyi,
İsfendiyar oğullarına mensup Emir-i Mirza tarafından, merkezde toplanan
halkın ibadetini ifa edebilmesi için ahşap olarak inşa edilmiştir. Bugünkü camiinin üzerinde yer alan
kitabede, “Hicri 1086 (Miladi 1670) yılında, Osmanlı Paşalarından Köprülü
Mehmet Paşa’nın kızı olan Ayşe Hatun tarafından yaptırıldığı” ifade
edilmektedir.Önceden mirzabey hacı murat paşadır
. Vakfındadır.
r
.
Böğürtlen Hüyüğü Bafra' nın Komşupınar köyüne bağlı bir
mahalle ismi ve eski bir yerleşme merkezidir. Genç-Antik çağına ait birçok
esere rastlanmıştır.
Alibey Çeşmesi Bafra' nın en eski
çeşmesidir.
Cumhuriyet Meydanında Kaymakamlık binasına ait bahçenin bitişiğindedir. Sütun başları
motiflerle süslü olup, Gotik tarzını andırmaktadır. Rumi 1167 (Milad,i 17
Çetinkaya Köprüsünden geçmeyen gelin düğün salonuna gitmiyor
1.
Bafra’da gelin damatlar oynayarak, dilek tutarak
köprüden geçip salona gidiyorlar. Samsun’un Bafra ilçesinde uzun yıllardır bir
gelenek haline gelen Kızılırmak Nehri üzerinde bulunan Çetinkaya
Köprüsü üzerinden geçmeyen gelin salona gitmez adeti halen devam ediyor.
Alınan bilgiye göre,’’Bir rivayete göre gelin alayı eski şartlara göre atlarla gelin almaya giderler. Eski tahta köprüden geçerken, eski tahta köprü yıkılarak gelin alayı olduğu gibi ırmakta boğularak can verirler. Ve o zaman bir türkü yakılır.’’ Köprüye varınca köprü yıkıldı, Üç yüz atlı birden suya döküldü, Nice yiğitlerin beli büküldü, Kızılırmak nettin allı gelini, Nasıl yedin benim suna boylumu.’’ diyerek. Ve yerine zamanın ulaştırma bakanı Ali Çetinkaya tarafından yaptırılan 7 kemerli köprüye Çetinkaya Köprüsü ismi verilir. O gündür bu gündür her gelin muhakkak evlenirken köprüden geçer. Eğer damat tarafı naz yapıp geçmeyiz derse gelin geçene kadar bekler ve ondan sonra düğün salonuna gidilir. Tatillerin bitmesi, okulların açılacak olması nedeni ile Bafra ilçesinde de düğünlerde bir hayli artış oldu. Kız evinden alınan gelinler ise konvoy eşliğinde Çetinkaya köprüsüne gelip köprüden geçerek dua edip dilek tuttular ve geleneklere göre suya taş attılar. Davul zurnanın çaldığı ‘’Köprüden geçti gelin.’’türküsü ile köprüden salona gittiler.
Çetinkaya Köprüsü Cumhuriyetimizin ilk ve büyük
eserlerinden başlıcasıdır.
Kızılırmak üzerinde karşıdan karşıya geçiş 1937' den önceki devirlerde
650m uzunluğundaki ahşap bir köprü ile sağlanıyordu 1937 yılı Kasım ayının
4.günü köprü hizmete açıldı.Nafia (Ulaştırma) bakınına izafeten Ali ÇETİNKAYA
köprüsü oldu. Köprü 7 Kemerli olup 250 m uzunluğundadır.
Asar Kalesi Köy hudutları dahilinde yer alan Asar Kalesinin M. Ö.
1. bin yılından sonra yapıldığı tahmin edilmektedir.Ayrıca
kale ile bağlantılı bugüne
kadar ayakta kalabilen
gözetleme kuleleri dikkat çeken yerlerdir
BAFRA
İSMİNİN KAYNAĞI
Bu
konuda ileri sürülen çeşitli iddialar vardır. Bazı kaynaklarda BAFİROS'dan
söz edilir. Büyük bir ihtimale Venedikliler ,Cenevizliler, ve Rumların
bu ismi kullandığı tahmin edilmektedir. Bilhassa
Rumların gerçek ismi olması şüphelidir. Çünkü adı geçen toplulukların,
her gittikleri yere , asıllarınailaveten kendilerinin de bir isim koyma
adetleri vardır. Dolayısıyla Bafra'nın asıl isminin
yanısıra BAFİROS'un da takma ad olarak
kullanıldığı ihtimali ortaya çıkmaktadır.Bir diğer kaynak daBafra'nın BAF-RAH
kelimesinden doğduğunu yazmaktadır. Baf-Rah Farsça'da (yol almak) manasına
gelmaktedir.Söz konusu kelimede yer alan sondaki (-h) harfi, halk arasında
konuşula konuşula zamanla düşmüş ve böylece Bafra ismi ortaya çıkmıştır.En
kuvvetli ihtimal, ilçe isminin "BAVRA"dan gelmiş olduğudur. Zaten
birçok eski kaynakta direkt bu şekilde kullanmalar olmuştur. Diğer taraftan
Osmanlı Edebiyatında Avşar'a Afşar, Kevgir'e kefgir, Vişne'ye Fişne denilmesi
gibi, "Bavra" kelimesindeki (V)
harfi de zamanla, dilde (F)'yedönüşmüş, böylece (BAFRA) ismi ortaya
çıkmıştır. Bafra isminin en az üç yüz elli yıldır kullanıldığı tahmin
edilmektedir.Bafra Karadeniz'e 20 km. uzaklıkta, denizden yüksekliği 20 m olan ve
Kızılırmak'ın biriktirdiğibirikinti ovası üzerinde kurulmuş; bir
ilçemizdir.İlçe doğusunda ve kuzeyinde Karadeniz, batısında Alaçam, güneyinde
Kavak ilçeleriyle çevrilmiştir. Yüz ölçümü 175.000 hektar. Samsun'a uzaklığı
51 km. dir.Kızılırmak deltasını kaplayan Bafra ovası güneyde dağlarla
çevrilidir. Bunlardan en yükseği 1224 m ileNebyan dağıdır. Bu dağlar Canik
Dağlarının uzantılarıdır. Bafra'nın en büyük, Türkiye'nin ise en uzun
akarsuyu Kızılırmak bu dağları derin bir vadi ile geçerek ovaya ulaşır. Bafra
ovası tamamen Kızılırmak tarafından
oluşturulmuştur. Irmağın denize yakın kısımlarında birçok göl oluşturmuştur.
Nebyan dağının etekleri ise yayla durumundadır. Kızılırmak'ın uzunluğu 1151
km'dir. Sivas'taki Kızıl Dağ'dan doğar, Orta Anadolu'da geniş bir
yayçizerekBafra'dan denize dökülür. En çok Nisan ve Temmuz dönemlerinde su
taşır.Kızılırmak'ın denize döküldüğü yerde oluşmuş göller, ırmağın her iki
yakasında da yer alır. Batıdaki göl Karaboğaz, Doğudaki ise balık gölleridir.
Doğu yakada yer alan göllerin başlıcaları şunlardır; Dutdibi, Liman, Hayırlı,
Çernek, Uzungöl, Tombul göl, İnce göl. Göllerin çevresi sazlık ve
bataklıktır. Ancak, ormanlık alanlardagöze çarpar.
Bafra'nın Tarihi 1. BAFRA'NIN İLK
İNSANLARI Yapılan araştırmalara göre, bugünkü Bafra hudutları dahiline
Türklerin ilk yerleşmesi Milâttan önce 4000 yıllarında Orta-Asya göçleri
neticesinde olmuştur. Bunlardan GASGALAR'in ilçenin en eski halkı olduğu tahmin
edilmektedir. Samsun'un Sosyal Meskenler Sitesi ile mert Irmağı arasında
kalan Öksürük Tepe ve söğütlü Bahçe kazılarında bulunan tarihi eşyalar bu
iddiayı doğrulamaktadır. Elde edilen bilgilere göre GASGALAR'in, Orta
Karadeniz bölgesinde Kızılırmak ile Yeşilırmak deltaları arasında kalan sahil
şeridine yerleştikleri belirlenmiştir. Güçlü Eti (Hitit) İmparatorluğu'nun
kurulmasına kadar yaşantılarını ve varlıklarını idâme ettiren GASGALAR, bu
imparatorluğu meşhur krallarından l. Murşil zamanında AMİSUS (Samsun) ve
çevresi baskı altına alınınca, sinmişlerdir. Bundan sonra bazı kaynaklarda
GASGALAR'ı Kızılırmağın batısında ve Karadeniz'e yakın sahillerde yeralan bir
il olarak görmeliyiz 2.ETİLER DEVRİ Orta Karadeniz bölgesinde yapılan
arkeolojik kazılar, buralarda M.Ö. 3000, 2000 ve 1000 yıllarında bir hayli
sık yerleşmelerin varlığını göstermiş ve bu bölgenin Orta Anadolu ile yalnız
ESKİ TUNÇ çağında değil, aynı zamanda Hitit, özellikle ESKİ HİTİT devrindeki
ilişkileriyle ilgili de şahitlik eden belgeler bulunmuştur. Etiler (HİTİTLER)
Anadolu'ya gelip, Kızılırmağın geniş kıvrımı içine yerleştikten sonra,
HATTUŞAŞ'ı kendilerine başkent yapmışlardır. Daha sonra yerleştikleri
yerlerde büyük medeniyetler kuran Htitler bu merkezleri birbirine bağlamak
için büyük ve düzgün yollar ile yollar üzerinde birtakım kaleler, istihkamlar
inşa etmişlerdir.
Bu yolların en büyüğü Orta Anadolu'yu Samsun'a bağlayan yoldur. Ana yol
Kavak ilçesinden itibaren bu günkü asfalt şasenin geçtiği tabii vadiyi
izlemiştir. Bunun en açık delili söz konusu vadinin her iki yakasında belirli
uzaklıklarla sıralanan höyük veya yamaç yerleşmeleridir. Gene ilgiler
tarafından yapılan araştırmalar sonucu söz konusu yerlerin güney-kuzey
bağlantısını sağlayan tâli bir yolun da, Havza-Ilıca-Demiryurt-Çakıralan ve
Kapıkaya üzerinde Kızılırmak vadisine girerken BAFRA'ya ulaştığı tespit
edilmiştir. Daha engebeli ve dağlık bir kesimden geçen ve esas yol herhangi
bir sebeple kapatıldığı vakit kullanıldığı anlaşılan bu ikinci yolun
yakınından da aynı surette M.Ö. 3000, 2000 ve 1000 yıllarına ait hüyük ve
yamaç yerleşmeleri yer almaktadır. Eti (Hitit)'lerin siyaasi kudret kurması
tedrici olmuştur . Kuşşar (yahut Kussar ) şehrinin kralı ANİTAS, kazılar
sonucu bulunan (Antias levhası) isimli vesikada bir çok şehir devletini nasıl
ele geçirdiğini anlatır. Diğer taraftan babası PİÇANAS da, Kızılırmağın
kuzeyinde bulunan ZALPA, NESA ve ETİ (HATTİ) şehirlerini fethederek
genişletirler. Eti krallığının asıl kurucusu ise LABARNAS sayılmaktadır.
Labarnas, yaptığı savaşlarla ve kazandığı zaferlerle köklü bir devlet
kurmuştu. Oğullarını da ZALPA, HASSUVA ve HALPUWA şehırlerinden kendine tâbi
kral veya vali sıfatıyla vazifelendirmişti. Bizim bu kitapta üzerinde
duracağımız husus, ilgili nokta; Havza-Ilıca-Demiryurt-Çakıralan ve Kapıkaya
üzerinden Kızılırmak vadisine girerek Bafra'nın sahil kısımlarına kadar
ulaşan Hitit yolu ile bu yol üzerinde kurulan yerleşme merkezleri ve belki de
bu merkezlerin en büyüğü meşhur ZALPUWA (ZALPA) şehridir. Hitit Medeniyeti ve
tarihi niş ortaya çıkarmak için 18. Ve 19. Yüzyılda yapılan çalışmalar,
Berlin Asuriyatçısı HUGO WİNKLER'in 1907'de Boğazköy'de yaptığı sistematik
araştırmalar ile büyük gelişme kaydetmiştir. WİNKLER bu kazı ile bir takım
arkeolojik bulgu parçaların yanında bilhassa birçok tabletin bulunduğu bir
mahzen keşfetmiştir.Önce burayı ARZAVALAR'in merkezi sanan Berlin
Asuriyatçısı, ASUR diliyle yazılmış levhaları okuyunca buranın ETİLER'İN
merkezi olduğunu anlamıştır. 1917 yılında Kayseri'nin Kuzey-Doğusunda PRAG'lı
FR. HROZNY tarafından KÜLTEPE yakınlarında yapılan hafriyatlar sonucu ise
yeni bir şehir ortaya çıkarıldı. Bu, ASUR birliğine bağlı KAPADOKYA
eyaletinin merkezi KANEŞ idi. Burada da bulunan ÇİVİ YAZISI'yla yazılı
tabletler Eti tarihini çok geri zamanlara götürdü ve tabletlerin incelenip,
okunması sonucu ETİLER'in Milattân önce 2000 yıllarına kadar olan tarihinin
büyük kısmı aydınlığa kavuşturulmuş oldu. Bilâhare ilgili yerlerde yapılan
düzenli kazılar, Etiler'e (Hititler) M.Ö. 3000 hatta 40000 yıllarına ait
bilgilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu arada Kültepe tabletlerinde ve
1971 döneminde Boğazköy'de bulunan ESKİ HİTİT (ER-HİTİT) devrine ait çivi
yazılı bir lejander metinde; hem deniz kıyısında, hem de
MARASANTİYA-KIZILIRMAK kenarında yer aldığı anlaşılan ZALPUWA-(ZALPA)
şehrinden bahsedilmektedir. Bunu H.OTTEN aynı sene yani 1971'de Paris'te
toplanan Milletlerarası XIX. Assirioloji Kongresinde açıklamış ve bu şehrin
BAFRA ilçesinin 7 kilometre kuzey-batısında bulunan İKİZDEPE mevkiinde
olabileceği büyük ağırlık kazanmıştır. İlmi ağırlığı olan böyle bir iddi'a
üzerine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Ön-Asya dilleri ve
kültürleri kürsüsü öğretim üyesi Prof.Dr.Uluğ BAHADIR ALKIM başkanlığındaki
bir araştırma kurulu 1971, 1972, 1973 ve 1975 dönemlerinde topraküstü
incelemeleri geliştirerek, Samsun'un özellikle bafra ve çevresinde
bilinenlerden başka 54 yerleşme yerini tespit etmiştir. Prof.Dr.Uluğ Bahadır
ALKIM başkanlığındaki heyetin çalışmaları bilâhare ZALPA kentinin bulunduğu
tahmin edilen İKİZTEPE köyüne kaydırıldı. Ve 1974 yılında ilk çalışmalara
başlandı. Kazı alanı, köyün kuzeyinde olup, dört tabii tepe üzerinde oluşan
bir hüyük yerleşmesinşi içine almaktadır. Bu dört tepe; İkiztepe-I,
İkiztepe-II, İkiztepe-III,İkiztepe-IV diye isimlendirilmiştir.İkiztepe-I'nin
bügünkü ova düzeyınden yükşeklığı 29.42, İkiztepe-II'inki ise 22.54 metredir.
İkiztepe-I'deki çalışmalar:Kuvvetlı bir erozyondan fazlası ile etkilenmiş ve
uzun yıllar sürülen çiftler sırasında toprak kaybına uğramış bu hüyüğün ilk
kültür katında
(Kat-I) Milâttan önce iki bin yıllarına ait kalabalık bir yerleşmenın
varlığı anlaşılmıştır.Nitekim grid karelerinin birinde söz konusu çağı temsil
eden altı mimarlık evresine rastlanmış,1976 dönemınde ise Tepenın hemen doğu
kesiminde kazılan genış bir alanda da aynı devrin ilk üç evresi meydana
çıkarılmıştır. Bulunan dikeç deliklerinde, yassı Temel taşlarından; yangın
sonucunda komurlenmış hatıl parçalarından ve ıri pise (sıva ) kalıntılarından
ahşap mimarlılığın uygulandığı tespit edilmiştir. Bu da İkiztepe'nin o
zamanlar sık ormanlık bir bölgede yer aldığını göstermektedir. İkiztepe-I'in
"1. Kültür Katı'nın altı evresinde de meydana çıkan keramiğin büyük
çoğunluğu ER-HİTİT, yani HİTİTLERDEN ÖNCEKİ çağa aittir.Bu keramik çarkta
yapılmıştır,mineral katkılıdır , genellikle kırmızı ve kırmızımtrak kahve
rengidir .Bazıları iyi perdehlanmış ve özenle yapılmıştır. Ancak pek azının
hamuru bitki ve deniz hayvanı kabuğu katkılıdır. Bunlardan nümune gösterecek
olursak; kaidesi iple kesilerek çarktan çıkarılmış kadeh ile koni biçiminde
incecik bedenli ve çok sivri dipli kadehlere yer verilebilir. Gene
İkiztepe-I'de ve söz konusu çağa ait;dudağı dışa dönük kase,tipik
çaydanlıklar,gaga ağızlı testicik, geniş gaga ağızlı testicik, maşraba,gaga
ağızlı ufak pitos bulunmuştur.Aynı alanın içinde ORTA-BRONZ-I çağının tipik
misalleri olan bronz mızrak uçları, bir hançer,bronzdan,sırt sırta dayalı
ikişer spiralden oluşan süs eşyası, üzeri altın kaplamalı başlı iğne parçası
ve 52 bronz eser de ayrıca bulunan kıymetli eşyalardır. Tıpkı İkiztepe-1'deki
gibi kuvvetli bir erezyondan ve çift sürme sonucu önemli toprak kaybından
etkilenen İkiztepe-II'nin tepe kesimindeki kazı çalışmaları sonucu bu günkü
toprak düzeyinin 25-30 cm. altında yanmış Pise kalıntılarından oluşan molozun
içinde ESKİ TUNÇ-III ve ESKİ-TUNÇ-II'ye ait keramik parçalarına
rastlanmıştır. İkiztepe-I'deki 6 mimarlık döneminin izlerini buradada
rastlanmış ve 1976 yılında yapılan çalışmalarda bunların varlığı
ispatlanmıştır. İnşa tekniği ahşaptır. Bulunan kalıntılara göre şu şekilde
bir inşa sistemi uygulandığı anlaşılmıştır:
"Düzleştirilmiş toprak zemin
üzerine belirli aralıklara yassıca taşlar düzülmekte,bunların üstüne yatay
ağaç hatıllar konulmakta,bu yatay hatıllar birbirine, istenilen mekanın
plânına göre, tutturulmakta, dikey hatıllarla ayrıca ayrıca
çatkılanmakta,gerektiğinde toprağa çakılan ağaç dikeçlerle takviye edilmekte,
araları dallarla örülmekte ve her iki taraftan üzerlerine kalın çamur sıva
(Pise) vurulmakta idi." Bu kısımda yapılan çalışmalarda da ESKİ TUNÇ-I
ile ESKİ TUNÇ-II'ye aüt kaplar bulunmuştur. Bilhassa çok sayıda; üstü yumrulu
veya abanmış hayvan biçimindeki kulplar elde edilmiştir. İkiztepe-I ile II
arasında yapılan kazıda da ESKİ TUNÇ ÇAĞI'na ait eserler bulunmuştur.
Bunlardan birincisi; pişmiş topraktan yapılmış; kollarını her iki yanda göbek
ile göğüsler arasında kaburganın üzerinde parmaklarını açık olarak tutan bir
idol parçasıdır. Diğeri ise, her iki kulağında dörder tane küpe deliği
olan,ayakları kırık, kolları sarkık, işçiliği çok itinalı olan ve yine pişmiş
topraktan yapılan bir figürün parçasıdır. İkiztepe I'in doğu kesiminde
yapılan kazılar sonucu bulunan dramoslu bir mezar ise, bulunan en önemli ve
dikkat çekici eserlerden birisidir. İçinde bulunan bazı eşyalarla birlikte,
bir altın paranın üzerindeki yazılara göre, bu mezar anıtının M.Ö.III.
yüzyılın ilk çeyreği tahmin edilmektedir. İkiztepe kazılarından9 elde edilen
eserlerin özet bir değerlendirilmesi yapılacak olursa, burada bulunan
nümunelerin bir çoğuna Balkanlarda ve Ege denizinin bazı adalarında yapılan
hafriyatlar neticesinde de rastlanmıştır. Bundan; İkiztepe'deki kültür ile
Batı kültürü arasında bir ilişki olduğunu çıkarabiliriz. Gene bu arada Hitit
Medeniyetinin yoğun olduğu yerlerde çıkarılan eski eserlerin bir kaçına İkiztepe'de
rastlanmıştır. Hatta daha önceki devrelere(ER-HİTİT ÇAĞI) ait bir çok keramik
bulunmuştur. Yalnız İkiz tepe'de değil , ikiztepe dolaylarındaki diğer
hüyüklerde ER-HİTİT ÇAĞI keremiğine rastlanmış olması , ORTA TUNÇ- I
başlarında BAFRA çevresinde yoğun bir yerleşme ve dolayısıyla bir bölge
KRALLIĞI varlığı ihtimalini kuvetlendirmektedir. Ozamanlar bölgeninen büyük
yerleşmesi olduğu için İKİZTEPE 'nin bu KRALLIĞIN MERKEZİ olması pekala
mümkündür. Bütün bu bilgilerin ışığı altında Kayseri 'nin kuzey - doğusunda
bulunan Kültepe tabletleri ve Boğaz Köy'de bulunan ( Er -Hitit ) çağına ait
çivi yazılı bir lejanderde bahsi geçen ; hem deniz kıyınsında , hem de
marasantiya ( Kızılırmak ) kenarında yer aldığı ifade olunan meşhur ZALPUWA
(ZALPA ) - İKİZTEPE denilebilir mi ? Veya ikiztepe , " zalpuwa ülkesine
"ait şehirlerden biri midir ?Kazılar neticesinde elde edilen sonuçlar
"zalpuwa - ikiztepe " eşitliğini doğrulayan bazı ipuçları vermişse
de kesin hüküm vermek için henüz erkendir . Önümüzdeki dönemlerde gerek
ikiztepe' de , gerekse diğer kesimlerde yapılacak çalışmalar , bu soruları
belki cevaplandırabilecektir. 3. ETİLERDEN SONRA Hititlerden sonra FRIGLER bu
çevre hakim oldular . Fakat buna muvaffak olurken , bir hayli hırpalandılar .
Zayıf düştüler . Neticede onlar da M. Ö. 676 yılında KİMMER' lere yenildiler
ve bu kavim PAFLAGONYA' ya ( Kastamonu , Sinop çevreleri - Bafra dahil
-)yerleşti. Kimmerler çevreye en büyük kötülüğü yapan millet oldu. Kadınlı
erkekli her tarafa hücum ettiler. Önlerine çıkan bütün yerleri yağmaladılar,
eserleri yakıp yıktılar. M.Ö.652'de bütün Frigya 'yı altüst ettiler,sonunda
Gasgarlarla karıştılar. Bafra , Paflagonya ile beraber M.Ö. 6.yüzyılda bu
seferde LİDYALILARIN eline geçti. Ama onlarında hakimiyeti çok kısa sürdü.
Zira M.Ö. 546'dan sonra Persler (İranlılar)bu bölgeyi istila etti. Bölge,
M.Ö. 401 senesinde Batı Anadolu hakimi Prens Kiros'un, Pers tahtını ele
geçirmek üzere yürüyüşü esnasında fırsattan istifade ederek bağımsızlığına
kavuştu. M.Ö. 47'den sonra ilçe, önce Roma, bilahare de Bizans'ın
egemenliğine girdi. 4. AMOZONLAR HAKKINDA EFSANE Bazı yerli kaynaklarda
AMOZON adı verilen meşhur savaşçı kadınların KARADENİZ sahillerinde ve
THERMODON ( Perşembe Irmağı) kıyılarında yaşadığı bildirilmektedir. Eski
tarihi bilgilerden bahseden bir kısım Yunan kaynaklarında ise bu meşhur ve
savaşçı kadınların Samsun çevresinde yaşadıklarına dair malümata
rastlanmaktadır. Erkeklerden nefret eden kadınlar toplanarak, küçük bir ülke
oluşturmuşlar ve kendi aralarında başta kraliçe olmak üzere bir idari kadro
kurmuşlardır. En büyük zevkleri savaşmak olan bu kadınlar, iyi savaşabilmek
için göğüslerini hep dağlatmışlar ve iddiaya göre, vatanlarına hiçbir erkek
ayağı bastırmamışlardır. Eski İran'lıların (perslilerin ) dilinde adları
AKSHAENA olan ve 2800 yıl evvel Bafra, Çarşamba ve Terme ovalarında
yaşadıkları kaydedilen, bugünkü düşünceyle anlaşılması güç olan meşur
Amazonların bu kadınlar olabileceği sanılmaktadır... ORTAÇAĞ VE SONRASINDA
BAFRA Bizanslıların çok güçlü oldukları devirlerde Anadolu' muz, onların ,
hakimiyeti altında idi. AMİSOS (Samsun) ve dolayısıyla Bafra'da Bizans'sa
bağlıydı. Üstelik bu mıntıkada büyük faaliyetleri vardı. Öyle ki ; Aminos
(Samsun) şehre tam bir papaz yetiştiren merkez haline getirilmiştir. Samsun
ve çevresinde etkileri bilahare izah edileceği gibi ta kurtuluş savaşına
kadar sürecektir. İstanbul gibi dünyanın kilit noktasını kendisine başkent
yapan bizans; kültürünü yayabilmek ,için varlığını koruyabilmek bütün meşru
ve gayri meşru yollara başvurmuştur. Sözde kültürünü yetiştirdiği papazlarla
yaymaya çalışmıştır. Fakat bütün bunlar akim kalmıştır. Kainatın son
peygamberi Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V) ile başlayan İslami hareketin
Anadoluya nufüz etmesi bir anda yarım adanın siyasi kaderini de değiştirdi.
Nihayet büyük Türk hakanı ve Selçuklu devlet adamı sultan Alparslan'ı Bizans
imparatoru Romen Diyojen'i kendisinden kat kat sayıca üstün ordusuna 26
Ağustos 1071 Cuma günü MALAZGİRT'te büyük bir yenilgiye uğratması Anadolu
kapılarının Türk'lere açılmasını sağladı. Bundan sonradır ki her yerde Türk
akıncılarının nal izleri görülmeye başladı. Malazgirt zaferi sıralarında
Samsun'dan geçen seyyah TOUR NEFORD; Samsun'u "düz ve etrafı
çalılıklarla örtülü küçük bir köy" olarak tasvir edilmektedir. 1071'den
sonra Amisos (Samsun) fethi için türk akıncıları bu şehre bir çok akınlar
düzenlemişlerse de şehir ancak selçuklu sultanı zamanında Türk hakimiyetine
geçmiştir.o zaman Samsun ve çevresinde idaresi 1185 yılında adı geçen sultan
oğlu Ruknettin Süleyman şaha verilmiştir.
Anadoluyu kendilerine vatan yapan ve girdikleri yerlerde İslam Dinini
sevdirip benimseten Selçuk'luların bilhassa Bizansa attığı şamar AVRUPA'DA
korku ve endişeye yol açtı. Avrupa devletleri ,Hristiyanların gerilmeye ve
darbe yemeye başladığını söyleyerek, kendi aralarında HAÇLI ORDULARI
dediğimiz ittifaklar oluşturdular. Başlarına en meşhur kumandanlarını
koydular. Amaçları Türkleri ezmek, Müslamanlığa büyük bir darbe vurmaktı.
Ordularını Anadolu'ya yolladılar. Fakat tahmin etmedikleri bir direnişle
karşılaştılar.Birkaç sefer yaptılar, Mücadele yıllarca ve göğüs göğüse sürdü
Türkler İslamı yok etmek ve vatanlarını ellerinden almak isteyen düşmanlarını
her defasında bozguna uğrattılar. Üstün mücadeleler vererek, harikalar
yarattılar.Böylece düşmanların arzularını, isteklerini kursaklarında
bırakarak İslam Alemine yönelen tehlikeyi de bertaraf etmiş oldular. 1214
yılında Anadolu Selçuklu hükümdarı I.İzzettin Keyhavus, Sinop ve Yeşilırmak
nehrine kadar olan araziyi ele geçirdi. Dolayısıyla Bafra'da Türklerin eline
geçti. Selçuklu Hakanı yerli halkın mal, can ve inanaç hürriyetine
dokunmamış, fakat gayet geniş ve verimli olan bu araziye bazı Türkmen
aşiretlerini yerleştirmişti. Bütün bu gelişmeler göz önüne alınırsa,
Türklerin Bafra'ya yerleşme tarihi 1214 olarak kabul edilir. Fakat o
sıralarda bir çok devletleri silip, süpüren MOĞAL afeti, Selçukluları da
çökertti.1245 yılında meydana gelen KÖSEDAĞ SAVAŞI maalesef, Moğalların
galibiyeti ile neticelendi. Akabinde Amisos (Samsun) şehrini de ele
geçirdiler. 1297 yılında İLHANLILAR; Giyasüddin Mes'ud'un kardaşı oğlu
III.Alaiddin Keykubad'a Anadolu Sultanlığını verdi. Babası Feramerz; Bizans
İmparatorunun zindanında öldükten sonra oğlu Alaiddin Keykubad 1295-6 yılına
değin İmparatorun yanında kaldı. İmparator bu yıl içinde cephesinde bir takım
adamları olduğu halde kendisini İLHAN 'ın katına yolladı. Keykubad için İLHAN
'dan Anadolu Sultanlığı isteniyordu. İmparator kendi fikrince Selçuk
devletini kendi dileğiyle kendi yetiştirmesi bir adamın eline vermiş
oluyordu. Vezirliğe Şemsüddin Ahmet Alakuşu, müstevfiliğe Abdülaziz geldi.
Yanlarına Anadolu Bakanlığı ayalıgile Bayınçar, Bayçur adında iki kişi
takıldı. Zulümler, ezinçler yenileniyordu. Birisi duyup geri dönmek isteyince
ondan daha zorbası daha kıyağı geliyordu.Simre, Kastomoni, Samsun, İznik ve
Karesi sınırına deyin olan yerler İLHAN katında Gıyasüddin Mes'ud oğlu GAZİ
ÇELEBİ'ye verilmiştir. Bu Prens, Karadeniz kıyılarında yanındaki kardaşları ,
amca oğulları ve başka hısımları ile, durmayıp denizden, karadan kafirlerle
dövüşürdü. Ölüncüye değin bu iyi gidişi korudular.Sultan Alaiddin ve
cephesinde olan MOĞOL Başbuğları halka duyulmamış kötülükler yapıyorlardı.
1299 yılında Sülemiş adında biri, bunlara karşı çıktı. Başında büyük bir
kalabalık vardı. Bayınçar ile Bayçur, Sülemiş 'in üzerine gittiler. Döğüşte
bozuldular ve her ikiside öldü. Sülemiş 'in işi büyüdü. Sultan; İLHAN 'dan
yardım istediysede kış dolayısıyla yardım edilemeyeceği anlaşıldı. Naib
Müciruddin Emirşah ile birtakım Selçuk Beyleri vasıtta bulunmakta olan İLHAN
'ın yanında idiler. İlk yaz gelince İLHAN, Mücirüddin 'i kendi vekili olarak
Anadoluya yolladı, eskisi gibi müstevfi Şerafüddin vezir oluyordu. Her
birisine ayrı ayrı buyrultular vererek, Anadolu' ya yolladı. Hepsinin
dirlikleri artmış, verecekleri de o derece yükselmişti. Arkalarından
Emirçoban 'ı büyük bir ordu ile Sülemiş' in üzerine gönderdi, Sülemiş bu
savaşlarda bozuldu. Bozgun bir halde Şam' a gitti. Ele geçen adamları
öldürüldü. Mücirüddin birtakım askerle Niğde yakınında bulunan Türk Kongur
'un üzerine gitti. Orada ayaklanarak kaleye sığınmıştı. Epeyce zaman dan beri
oralarda kalıyordu. Niğde' yi geri alarak, Türk' ü yakaladı ve kapattı.
Bundan sonra Seferhisar ' a gitti. Oradada bir Türk ayaklanmış, yöresindeki
kentleri dağıttı. Bunda sonra Niğde'ye , Aksaray' a gitti
. Muinüddin Pervane 'nin torunu MÜHZEBÜDDİN MES'UD baş kaldırmış, BAFRA
ve SAMSUN üzerine abanmıştı. Mücirüddin ileri gitmeyerek Mesud'u yumuşaklıkla
kandırdı, kızı ile evlendirerek, işi tatlıya bağladı. 1300 yılında İLHAN, kendi
adamlarından ikisine SELÇUKLU ÜLKESİNİ yeniden yazmak üzere gönderdi.
Düzelmeye yeltenen ülkenin yeniden daha çok yıkılması isteniyordu. Mücirüddin
Emir-Şah da buna en büyük yardımcı oluyordu. Anadolu'nun halkı mağralarda dağ
başlarında yırtıcı hayvan gibi sığınmışlardı. Sülemiş, Şam'dan Ermeni eli
yolu ile dönüyordu. Yanında bir çok ipsiz, sapsız çapulcu vardı. Yağmada en
küçük bir eksiklik bırakmıyorlardı. Alâiddin Keykubad, Diyarıbakir'e kaçtı.
Orada kazan Han'ın gelmesini bekliyordu. Kazan-Han o sırada Şamlılarla
şavaşta idi. Sülemiş, Selçuk Ülkesini kimsesiz görünce, genel talana başladı.
Sonunda Kayseri'de ele geçti. Bağlı olarak İLHAN'a göndirildi. İLHAN
kendisini öldürttü. Başına toplananlar dağıldılar. Şam'dan dönmekte olan
Kazan-Han'ı Keykubat karşıladı, Han kendisine iyi davrandı, Erzurum'dan
Antalya'ya, Diyarıbekir'den Sinop'a değin olan yerleri ona verdi.
Müneccimbaşın'n eserinde yer alan yukardaki satırlarda da görüldüğü gibi
Selçukluların dağılmasından Bafra da büyük ölçüde etkilenmiş, sık sık
saldırılara maruz kalmıştır. Bir ara Gıyasüddin Mes'ud oğlu GAZİ ÇELEBİ ve
akrabalarının himayesin de kalan ilçe,bilahare, zamanın vezirlerinden
Muinüddin Mehmet Pervane'nin torunu MÜHZEBÜDDİN MES'UD'un isyanından
etkilenmiştir. Moğal Hakanı EBU SAİD BAHADIR HAN 1335 yılında, yerine hiçbir
varis bırakmadan ölünce, Anadolu üzerindeki hakimiyetleri azalmış ve yer yer
Türk Beylikleri doğmaya başlamıştır. Bunlar içinde Orta Karadeniz'de en
meşhurları CANİK BEYLERİ'dir. Canik Beyleri 5 mıntıka da yerleşmiş 5 aileden
ibarettir. 1- Bafra mıntıkasında BAVRA beyleri. 2- Canik,Ladik havalisine
sahip Kubadoğulları. 3- Merzifon-Havza sahasına hakım Taşhanoğulları. 4-
Terme ve Çarşamba havalisine hükmeden Taceddinoğulları. 5- Ordu-Giresun
mıntıkasına hakim Emiroğulları'dır. Bafra'nın bu dönemindeki geçmişi ile
ilgili olarak bize bilgi veren, (BavraBeyliği)'nden iki eser mevcuttur.
Bunlardan ilki (Orhan Gazi) zamanına rastlayan devirlerde yazılmış olan ve
Fransız TAESCHNER tarafından arapça aslı ile de yayınlanan MESALİK-ÜL-ABSAR-Fİ
MEMALİK-ÜL EMSAR'dır. Eserin asıl yazarı ise ŞAHABETTİN ÖNERİ'dir. Eser'de
Bafra adına önce KAVYA biçiminde rastlanmaktadır. Fakat yalnız bu havalide
değil Anadolumuzun hiçbir tarafında bu isimde bir şehire rastlanmamaktadır.
Kavra Beyi olarak gösterilen MURADÜDDİN HAMZA BEY adının; küçültülmüş adı
olan MURAD BEY adıyla anıldığını ve onun hakim olduğu yerin Kavya olmayıp,
BAVYA olduğu yine Mesalik-Ül Absar, Fi Memelik-ül Emsar'da Kastamonu Beyliği
hakkında verilen bilgilerde öğreniyoruz. Bu beyliğin Samsun ve Sinop arasında
olduğu, bir hududunun da Keşiş dağına uzanarak, Osmanlı Beyliği sınırlarına
vardığı aynı eserde yazmaktadır. Burada dikkat çeken bir nokta vardır;
Ömeri'nin Anadolu'dan gelen tacir ve elçilere dayanarak verdiği bilgileri bu son
kısmı yanlıştır. Zira burada; Bursa'daki Keşiş Dağı ile Ilgaz Dağlarının
Kızılırmağa yakın bir yerindeki Keşiş Dağı, büyük bir yanlışlıkla birbirine
karıştırılmıştır. İlçemizin tarihi ile ilgili bilgiler veren bir diğer eski
eser ise, İstanbul Üniverşitesi Türkiyat Enstitüsü yayınları arasında yer
alan ve AZİZ ASTERABADİ tarafından yazılan BEZM-ü REMZ adlı kitaptır.
Anadolu'nun bazı yerleriyle beraber, çevremiz ve ilçemizin geçmişine de yer
verilen bu eserde Bafra ismini BAVRA olarak görüyoruz. Bavra beyliğinin
sınırlarını batıda Kastamonu Beyliği, güneyde Taşanoğulları ve Kubadoğulları,
doğusunda ve kuzeyinde ise, Karadeniz çevrelemektedir. Gene bazı kaynakların
belirttiğine göre, bugünkü Bafra'nın 3 km. kuzeyinde, Kızılırmak Nehri
kenarında az meğilli bir ova üzerinde kurulmuş olan GÖRÜNDÜ KÖYÜ
bulunmaktaydı. Çevresindeki yaylımı, suyu ve bol ormanı ile güzel bir yer
olan bu köy ne yazık ki, çeşitli istilalara uğrayarak, zamanımıza kadar
varlığını sürdürememiştir. Göründü köyünün; meşrutiyete kadar olan eski
mahkeme ilamlarında ismi geçmektedir. Selçuklular sülalesinden gelen,
(İsfendiyaroğulları) na mensub Emir Mirza ve ailesi, o zamanlarda Bavra
(Bafra) da bağımsız bir beylik halinde yaşamaktadır. 2000 askere, sahiptir. O
günlerde panayır ve pazarlara gelenlerin çokluğu dikkatini çeker ve bugünkü
Cami'nin olduğu yerde, Cuma namazı kılınması için ahşap bir cami yaptırır.
Etrafında ki koruluk temizletirelek yeni Pazar yerleri, su yollrı açılır ve
böylece yeni açılan sahada Göründü Köyü birleşerek şehirleşme başlar.
Günümüzdeki Ağıllar ve Türbe köyü'nün; adı geçen Görüntü köyü üzerinde
kurulduğu ihtimali büyüktür. Yukarıda belirttiği gibi söz konusu köy,
Bafra'nın 3 km. kuzeyinde ve Kızılırmak kıyısında bulunuyordu. Aziz
Asterabadi tarafından yazılan Bezm-ü Remz'de de Emir Mirza ailesinin
Bafra'nın 3-4 km. kuzeyinde ve Kızılırmak kenarında yaşadığı, taundan (veba)
ölen aile efradı için miladi 1381, (hicri 783) yılında burada bir türbe
yaptığı anlaşılmaktadır. Bugünkü köyün;ismi bu aile kabristanlığından aldığı
bir vakıadır. Bu durumda, eserler de belirtilen mevkii ve uzaklık nazarı
dikkate alınırsa, eski GÖRÜNTÜ köyünün bu günkü TÜRBE ve yakını bir yer
olması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Emir-Mirza ailesinin ileri
gelenlerinin hastalıktan ölmesi ve Hasan beyin ölümünden sonra, yerini
tutacak kudrette birinin bulunmaması, Bavra (Bafra)'nın Candaroğlu İSFENDİYAR
BEY adına işgaline yol açar. Ve İsfendiyar'ın küçük oğullarından HIZIR BEY
buraya gönderilir. Hızır bey cesur bir insandır. Gözlerini Caniğin diğer kısımlarına
bilhassa Samsun'a diker o yıllarda iki Samsun vardır: Bunlardan birincisi;
öteden beri Cenevizlilerin elinde bulunan "GAVUR SAMSUN" diğeri de,
"MÜSLÜMAN SAMSUN"dur. Hızır Bey, çok geçmeden Müslüman Samsun'u ele
geçirir. Tacuddin Oğulların'dan Alparslan oğlu HASAN BEY'le anlaşarak ona
Samsun hakimi CÜNEYD BEY'i öldürtür ve Samsun'a yerleşir.
Fakat çok geçmeden OSMANLI
PADİŞAHI BİRİNCİ MEHMET Rum Beylerbeyisi BİÇEROĞLU HAMZA BEY'i "Gavur
Samsun'u"üzerine gönderir. Kendiside,"Müslüman Samsun'u" ele
geçirir. Öte tarafta Hızır Bey'de, Anadolu'da dirlik ve düzeni ihdas etmek
için hareket halinde olan Osmanlı Sultanını istikbal edip kaleyi kan
akıtmadan O'na teslim eder.(H.821-M.1418)Bu davranışı Padişah I. Mehmet'in
hoşuna gider. Karşılık olarak kardeşi Kasım Bey gibi kendisinin de Osmanlı
hizmetine girmesi teklif edilir. Fakat Hızır bey o tarihte kardeşi ile olan
dargınlığını ihsas ederek özür diler. Böylece Canik havalisi, ŞAHSADE MURAD
BEY'in Amasya vilayetine ilhak olur. İsfendiyaroğlu Hızır Bey, tekrar Bavra
(Bafra)'ya döner. Ve burada ölür. Mezarı bugünkü Hasırlı (Mardar) köyünde
Kümber Tepe mevkiindedir. 1460 yılında Sinop kalesini fetheden, Fatih'in
kumandanlarından Mahmut Paşa, Bafra'yı da tamamen ve kesin olarak Osmanlı
topraklarına kattı. Ve Bafra, o tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğunun
bir kaza merkezi olarak idare edilmeye başladı. Zamanında, tarım, meyvacılık,
bilhassa hayvancılık bakımından oldukça gelişmişti. Kışın Ordu-Perşembe ve
Karagöl yaylalarından inen koyun sürülerini barındıran ilçe, bilhassa cins at
yetiştiriciliğiyle de ün yapmıştı. Öyle ki,Fatih Sultan Mehmet'inatı ile
Yavuz Sultan Selim'in meşhur yağoz atı burada seçilmişti. Bafra 1600 yılları
sıralarında gittikçe gelişir. Nüfusu da artar. Evleri ahşaptır. İki camii, iki
de hamamı vardır. Bu hamamlardan biri ile (Eski Hamam dediğimiz Şifa Hamamı),
bir camii (Büyük Camii dediğimiz Camii Kebir) halin bütün özelliklerini
muhafaza ederek durmaktadırlar. Meşhur Türk Seyyahı Evliya Çelebi yazdığı
ünlü "Seyahatname"sinde o günün Bafra'sı ile ilgili olarak , kısada
olsa, aynen şunları kaydetmektedir. "Evsaf-ı Bafra, Canik Sanacağı
halinde subaşılıktır. 150 akçalı mamur ve kuralı biri kazadır. Başlıca bir
serdarı vardır. Samsun'un cenubi garbisinde ve bir merhale mesafede vakidir.
Karadeniz'le Bafra'nın arası iki fersahtır. Kızılırmak (Güney abad)
nahiyesinden biri gelip Bafra'nın grab tarafından geçer. Bafra kurbünde, bu
nehrün üzerine çam direkliriyli-e bir cisr-i azim bina edilmiştir ki, kavsi
kuzeh gibi manazara-i ibret mümundur. Bafra'nın iki camii, iki hamamı ve bir
şuk-i muhtasarı vardır. Haneleri serapa ahşaptır. Oradan Samsun'a
vardık." Kısaca ifade etmek gerekirse, Bafra; Kızılırmağın meydana
getirdiği delta üzerinde olması, münbit ve düz araziye sahip bulunması, sınırları
içindeki Liman gölü vs. gibi karakteristliğiyle yerli, yabancı birçok
milletin dikkatin celbetmiştir. Miladi 100 yılları sonlarında Mısır'daki
(KÖLEMENLER)'LE, Rusya- Kıpçak'taki ALTINORDU DEVLETİ arasında en kısa
yollardan biri üzerinde olduğu için, bilhassa ticareti ziyadesiyle
gelişmişti. 20.YÜZYILDA BAFRA 1- İLK DÖNEMLER 1870 Salname kayıtlarına göre o
tarihlerde azınlığı teşkil eden gayri-müslimler bir hayli kalabalık
sayılırdı.Bunlar Osmanlı idaresinin kendilerine tanıdığı mal, can ve inanç
hürriyetinden yeterince istifa ederek , devamlı harp neticesi ekonomik yönden
zayıflayan Türk halkının aksine iktisaden gelişme fırsatı bulmuşlardır. Diğer
taraftan IV. .Murat zamanında yasaklanan fakat kontrolünün güç olması
sebebiyle kaçak ve az da olsa yetiştirilen tütün, 19.yüzyılın sonlarında
iktisadi yöntem önem kazanınca, bölge yabancı etnik grupların gücüne mahruz
kaldı. Rum ve Ermeni tüccarla türedi. Tütün işletmelerini bir süre için
ellerine aldılar. Onların nüfusunun artma istidadı göstermesi karşısında Kafkas
mücadelesi ve 1876 harplerinden sonra bölgeye Türk halkı yerleştirildi ise de
durum değişmedi. Netice itibariyle Balkan Harbi sırasında çevrenin bütün
ekonomik ve iktisadi üstünlüğü Rumlara geçmiş, baskı unsuru oluşturmuşlardır.
Çok geçmeden de Müslüman halkı manen ve maddetten ezmeye başladılar. Rumlar
gayet planlı hareket ediyorlardı. 1840 yılında itibaren Anadolu'nun
Karadenizin havzasında eski Yunanlılığın ihyasını hedef alan PONTUS RUM
Devleti idealini gerçekleştirmeyi tasarlıyorlardı. Bir takım vaadetlerle
kandırılan Ermeniler de ellerinden geldiğince onlara yardımcı oluyordu. İlk
zamanlarda yerli halka şirin görünmeye çalıştılar. Bu hususta bilhassa
tüccarları, başarılı oldular. Verdikleri uzun vadeli ve az faizli kredilerle
yerli tüccarlardan daha fazla sempati topladılar. Yerli halkı fena yerden ve
onların haberi olmadan avlamışlardır.Zira Rum tüccarları kazandıkları bütün
paraları İstanbul'daki Patrikhaneye gönderiyorlardı. Nüfus çoğunluğunu
sağlayıncaya en büyük darbeyi vurmak için hızla silhlanmaya başladılar.
Silahlar İstanbul'daki Rum patrikhanesi ve Yunan Konsolosluğu'ndan geliyordu.
Rum patrikhanesinde MAVRİ MİRA isminde bir heyet teşekkül etmişti. Talimatı
doğrudan doğruya Yunan Devlet Başkanı VENİZELOS 'tan alan bu teşkilatın
başkanlığını, Patrik vekili DRETEOS, üyeliklerini ise ATENA GORAS, Enez
Metropoliti, Yunan Kaymakamı Girit li KATEKHAKİS, KATELOPULOS, DİPATİMAS,
AYİNPA, PALİMİTİS ve SİYARİ ismindeki kişiler teşkil ediyordu. Ermeni Patriği
ZAVEN EFENDİ de çok geçmeden bu heyetin maşası olmuştu. Kağıt üzerinde insani
davranışları geliştirmeyi kararlaştıran Mavri Miran'nın esas gizli amacı;
Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi, PONTUS RUM DEVLETİ fikrini Karadeniz
sahillerinde kalan Rum köylerindeki gençlere aşılamak , onları silahlandırarak
eğitmekti. Bafra ve çevresindeki Rum köyleri adeta bir silah deposu haline
gelmişti.Kendilerine gerekli bütün direktifleri ise Amasya, Samsun ve
havalisi Rum Metropoliti YERMANOS veriyordu. Osmanlı Devleti'nin ozamanlarda
içinde bulunduğu acıklı hal, Durumun rehavetini daha da arttrıyordu. Bir
zamanlar üç kıt aya hükmeden şanlı kudretli ve haşmetli imparatorluğun bir
çok sebeplerele geçildiği maddi ve manevi depremin sarsıntıları Bafra daki
yerli halkı da etkilemişti. Koca imparatorluğun çöküşünde ileri gelen
çatırtılar Müslüman Türk vatandaşlarını sonsuz üzüntüye boğarken, Ermeni ve
Rum ahaliyi sevinçten çılgına çeviriyordu. Öyleki çok geçmeden onlar da ;
İstanbul dan sağladıkları silahlarla , Müslüman halkın üzerine sık sık baskın
yaparak şiddteli, vahşet arzeden bir soy-kırımına giriştiler. Çoluk-çocuk ,
genç ihtityar demeden hatta kundtaktaki çocuğa kadar varan kanlı bir katliama
başladılar.
Kalplerinden insanlık duygusu çıkmış yerine barbarlık duygusu
yerleşmişti. "Barbar" diye iftiralarda bulundukları Müslüman Türk
İnsanına karşı asıl barbarlağı kendileri sergiliyordu. 20.YÜZYILDA BAFRA
2.Kurtuluş Savaşında Bafra. Kurtuluş savaşımızın başkomutanı Gazi Mustafa
Kemal Atatürk , cumhuriyet Halk fırkasının 15-20 ekim 1927 tarihleri arasında
Anakarada toplanan 2.kurultayın da 36,5 saat devam etmek suretiyle 6 günde
söylediği tarihi nutkunda : Rumların, Pontus mes' helesinden ve buna bağlı
olarak Bafra' nın da içinde bulunduğu bir çok bölgede yürüttükleri
faaliyetleri hakkında şunları söylüyor: "Muhterem efendiler, umumi
beyanatımı mukaddematında, bir Pontus meshelesinde bahsetmiştim. Bu mesele ,
vesaikiyle cümlenin mallumu burada münasebeti olan bazı noktalarına temas
edeceğim. 1840 senesinden beri ; yani üç rubu asırdan beri Rize' den İstanbul
boğazına kadar anadolunun karadeniz havzasında , eski yunanlılığın ihyası
için çalışan bir rum zümresi mevcud idi. Amerika Rum muhacirlerinden Rahip
Klematios namında biri ilk Pontus içtimagahını İnebolu'da ,elyevm halkın
Manastır tabir ettikleri bir tepede kurulmuştu. Bu teşkilat mensubları zaman
zaman müferit eşkıya çeteleri şeklinde , icrayi faaliyet ediyorlardı. Harb-i
Umumi esnasında , hariçten gönderilip tevzi olunan silah, cephane, bomba ve
makinalı tüfeklerle Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri adeta bir
silah deposu halini almıştı. Mütarekeden sonra, bütün Rumlar, Yunanlılık
amalı milliyesinde hertarafta şımardığı gibi ETHNİKİ HETAİRJA CEMİYETİ
propagandacıları ve Merzifon Amerikan Müessesatı tarafından manen
yetiştirilen ve ecnebi hükümetlerin, silahlar ile maddeten takviye ve tesci
edilen , bu havalideki Rum metrapoliti Yermanos'un ,idaresinde , muntazam bir
program tahtında icrayi faliyete başladılar. Samsun'daki Rum komitecileninin
reisi Reji Fabrikası Direktörü TOKAMANDİS bir taraftan da Merkezi Anadolu ile
muhaberat tesisine tevessül ediyordu. Bazı ecnebi hükümetler , Pontus
teşkiline müzaheret edeceklerini vadettiler ve Samsun ve havalisindeki Rumluk
nüfusunu teksir içinde Rusya' daki Rum ve Ermenileri Batum' da cemeylediler.
Onları, Türk-Kafkası ordularından alınıp Batum'da depo Olunan silahlarla
teslih ederek, sahillerimize ihraca başladılar. Çetecilik etmek üzere ,
sahillerimize çıkarabilecek birkaç bin Rum'u Şuhum'da , Haralambos isminde
bir adamın başına topladılar. Batumda toplanan Haralambos'un etrafında içtima
edenlere iltihak ettiriliyordu. Memleketimiz dahilinde , Samsun'da bazı
ecnebi mümessilleri tarafından himaye ve teslih ediliyordu. Sahillerimizde
çıkan bu çeteler etrafında muhacir ihaşesi maskesi altında ecnebi hükümetleri
tarafında ihaşede ibas ediliyordu. Ecnebi Salibiahmerleri , meydanında gelen
zibitan heyetlerininde teşkilatı yapmaya talım ve terbiyesi askeri ye ile
işgal etmeye , müstakbel pontus hükümetinin temelini kurmaya, memur oldukları
anlaşılıyordu. 4 Mart 1919 İstanbul da Pontus namıyla intişare başlayan baş
makalesinde "Trabzon valiyetinde Rum cemiyetinin tesisine çalışmak
maksadıyla entişar ettiği ilan olunmuştur. Yunanistanı yevmi istiklaline
müsadif olan 7 nisan 1919 günü hertarafa ve bilhassa Samsun'a nümaişler yapıldı.
Yermanos'un küstahane harekatı, Rumların öfke ve emelini aleniyet derecesini
çıkardı. Bafra ve Çarşamba havalisindeki yerli Rumlar mütevvel madiyen
kiliselerde toplanıyor teşkilat ve techizatlarını takviye ediyorlardı. 23
teşrinievvel 1919 tarihinde , Şarki trakya ve pontus için merkez olarak
İstanbul kabul edilmiş idi. Venizelos ,, İstanbul meselesinin vakti ahere
talikiyle bununyerine Pontus hükümetinin teşkili kanaatini izhar etmiş ve bu
noktai nazardan İstanbul Patrikhanesine talimat vermişti. Aynı zamanda ,
İstanbul,da Yunan hafi zabıtası teşkiline memur edilen Miralay ALEXANDROS
SİMBRAKAKİK tarafından pontus jandarmasını tensik etmek üzere Eiffel Yunan
torpidosu ile bir zabıtanın heyeti izam edilmişti . Türkiye 'de bu faaliyet
cereyan ederken Batum' da da 18 Kanunu evvel 1919 'da Pontus Rum hükümeti
ismiyle bir hükümet teşekkül etmiş ve teşkilat yapmaya başlamıştı . 19 Temmuz
1920 'de Batum'da ;Karadeniz , Kafkas , Cenubi Rusya Rumları tarafından
Pontos meselesi hakkında bir de kongre akdedildi. Bu kongrenin muhtırası
,azadan biri vasıtasıyla İstanbul 'da Rum Patrikliğine gönderildi .
Pontusçular 1920 senesi nihayetlerine doğru faaliyetlerini büsbütün
arttırarak bayağı aleniyete çıktılar , bizi i ciddi ittihazına mecbur ettiler
. Dağlarda vücuda getirilen Pontus teşkilatı şöyle idi : a) Bir takım rüesa
maiyetinde müsella ve muharip kuvvetler ; b) Bunların iaşelerine hizmet
eden müstahsil Pontus ahalisi . c) İdare ve zabıta heyetleri , şehirlerden ve
köylerden erzak teminine nakliye kolları . Çetelerin faaliyet mıntıkaları
ayrılmıştı. Pontus eşkiyasının kuvveti bidayette 6.000-7.000 müsellâh idi.
Bilâhare her taraftan iltihak edenlerle 25.000 reddesini buldu. Bu kuvvet
cüzütamlar halinde ayrılarak, muhtelif mahallelerde, taassün ediyorlardı.
Pontus çetecilerinin icraatı; islâm köylerini yakmak,islâm ahaliye karşı
akl-ü hayale sığmaz itisaf ve cinayetler irtikâbetmek gibi, hunhar bir
sürünün icraatından başka bir şey değildi. Biz, Anadolu'ya çıkar çıkmaz, Türk
ahalinin dikkat ve teyakkuzunu davet ettik. Melhus tehlikelere karşı tedbir
almaya başladık. Merkezi Sivas'ta bulunan Üçüncü Kolordu, bütün mesaisini
menatıkı muhtelifede gözüken çeteleri takip ve tenkile hasretti. Trabzon
mıntıkasında dolaşan Köroğlu namındaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve diğer
çeteler, merkezi Erzurum'da bulunan Onbeşinci Kolordu tarafından takip ve
tenkil ediliyordu. Bir taraftan da Pontus eşkiyasının cevelângâhı olan
yerlerde, ahali teslih edilerek, milli teşkilât vücuda getirildi.''
Atatürk'ün yukarıdaki satırlarda yer alan büyük ve uzun nutkunun bir
bölümünden de anlaşıldığı gibi, Rum ve Ermeni komitacılarının bu derece
küstah, şımarık, saldırgan olmalarında, vahşet tabloları sergilemelerinde
bazı yabancı ülkelerin de büyük rolü vardı. Bunlardan bilhassa;Türk'ün asırlar
boyu en büyük düşmanı olmuş,Rusya önde geliyor.Rusya'daki bütün Rum Ermeni
komitacılarının bu derece küstah, şımarık, saldırgan olmalarında, vahşet
tabloları sergilemelerinde bazı yabancı ülkelerinde büyük rolü vardır.
Bunlardan bilhassa; Türk'ün
asırlar boyu en büyük düşmanı olmuş, Rusya önde geliyordu. Rusya'daki bütün
Rum ve Ermenileri toplayıp, silahlandıran;Samsun,Bafra, Çarşamba gibi
yerlerde nüfuslarını çoğaltmak için Karadeniz'in adı geçen kesimlerine
gönderen bu, ezeli düşmandı. Amacı gün geçtikçe yıpranan, çöken
imparatorluğunun bir an önce yıkılmasını sağlamak ve bir pay koparabilmekti.
Şu bir gerçek idi ki, Rumlar gerek kendi içlerinden, gerekse dıştan her türlü
maddi ve manevi kaynaklara sahipti. Ve kendilerine sağlanan imkanlarla
gerçekten büyük bir tehlike arzediyorlardı. Kurtuluş Savaşı arifesinde
Pontus-Rum meselesi ve buna bağlı olarak Samsun, Bafra gibi yerlerdeki
içtimai durum önemli bir yer teşkil etmekteydi. Rumların sık sık Türk
ailelerinin bulunduğu mevkilere yaptığı baskınlar ve katliamlar, çevreyi çok
hassas hale getirmişti. Bu durum; 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a gelen ve acele
Erzurum'a geçmesi gereken Mustafa Kemal Paşa'nın bir müddet daha bölgede
çalışma yapmasını gerektirdi. Vaziyeti; o tarihlerde Erzurum'da Onbeşinci
Kolordu Kumandanı olan ve kendisiyle beraber, vatanı kurtarılması için açılan
büyük mücadelede yer aldığını daha önceden açıkça ilan eden; Kazım Karabekir
Paşa'ya 21 Mayıs 1919 tarihinde aynen şöyle bildiriyordu: Şifre Zatidir
21.05.1919 Erzurum Onbeşinci Kolordu Kumandanı Paşa Hazretlerine Ahvali
umumiyemizin almakta olduğu şekli vahimden pek müellim ve müteessirim. Millet
ve memlekete medyum olduğumuz en son vazifei vicdaniyeyi yakından mesaii
müştereke ile en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti
kabul ettim. Bir an evvel zatıalinize mülaki olmak arzusundayım, ancak Samsun
ve havalisinin vaziyeti asayişsizlik yüzünden fena bir akibete duçar olmak
mahiyetindedir. Bu sebeple burada birkaç gün kalmak zarureti vardır.
Bendenizi şimdiden tenvire mader olacak hususat var ise, iş'arını rica eder
ve gözlerinden öperim, kardeşim. Mustafa Kemal O tarihlerde, Rumların bütün
baskı ve vahşetine rağmen, Bafra için için kaynıyordu. Zira, yurdun her
tarafından gelen işgal haberleri, her gün matem havasını katmerleştiriyordu.
Nihayet, İzmir'in 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar tarafından işgal edilmesi
Müslüman Türk halkının çok büyük infialine yol açtı. İşte buna tahammül
edememişlerdi. Asırlardır Osmanlı himayesinde kalan palikaryanın bu güzel
Türk iline girmesi, hazmedilmeyecek derecede büyük bir olaydır.
Vatandaşlarımızın isyanı infilak etti. İşgal tel'in edilecekti. Hemen
komiteler kuruldu, komitenin başında zamanın müftüsü Mehmet Ali Efendi ile
Belediye Reis'i Dursun Beyler vardı. Haber ilçenin en ücra köşelerine kadar
kısa zamanda yayıldı. 27 Mayıs 1919 tarihinde Cumhuriyet alanında büyük bir
miting yapılacaktı. Belirtilen günün sabahı erken saatlerden itibaren Türk
ahali alana akın etmeye başladı. Köylerden işiten vatandaşlarımız da işini
gücünü bırakıp koşup gelmişti. Çok geçmeden meydan dar geldi. Toplananlar ara
sokaklara taştı. Ateşli nutuklar söylenerek üzüntü ve isyan dile getirildi.
Düşmanların yaptığı vahşet, zulüm anlatılarak vatanın müdafaası konusunda
konuşmalar yapıldı. Dinleyenler kah ağlıyor, kah galeyana geliyordu. Durumun
bir telgrafla İstanbul'a bildirilmesi kararlaştırıldı. İşgal kuvvetleri ve
Rumların bölgede yaptıkları tel'in edildikten sonra mitinge toplananlar
dağıldı. 20.YÜZYILDA BAFRA BAFRALILAR ADINA İSTANBUL'A ÇEKİLEN TELGRAF METNİ
AYNEN ŞÖYLEDİR: "BAFRA 18 Mayıs 1335 / 31 Mayıs 1919 Yüce Padişah
Huzuruna Şevketmaap Osmanlı memleketinin önemli bir parçasının teşkil eden o
mübarek İzmir'imizin Yunanlı tarafından keder verici işgali haberinin Vilson
prensiplerine ve mütareke hükümleri ile devletler hukuku genel hükümlerine
aykırı bulmak itibari ile, İslamları kalplerinde doğurduğu teessürlerin
tarifi kabul değildir. Bu sebeple her suretle savunmanın meşrulğu ve
devletler hukukuna tecavüzün, açık olan usulsüz ve haksızlığa karşı men ve
kaldırılmasını icap ettiren, yapılan müessif müdahale üzerine zatan/ Basü Ba
delmevte/ kat'iyyen imanları olan mü'min ahalinin, kurtarılmasına müheyya
olmaları hususunda iradeyi şahanelerine muuntazır bulundukları arz olunur.
Bafra İslam Ahali Adına Müftü Ahmet Ali Ulemadan Ustazzade Hasan Fehmi
Belediye Reisi Dursun, Ulemadan Kolaylızade Hafız Nuri Çıplak Zade
Hulusi" İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali, ilçedeki Rumların iyice
şımartmış, küstahlaşmıştır. Türk ahalinin büyük mitinginden sonra adilik ve
barbarlıklarını artırdılar. Çünkü, en çok korktukları şey, Türk'ün birlik ve
beraberlik içinde olmasıydı. Biliyorlardı ki, Türk insanı birleşince tarihin
her devrinde görüldüğü gibi yeniden kükrerdi. Bu azmin kırılması lazımdı.
Bunun tek yolu da onlara göre Müslüman-Türk ahaliye baskı yapmak, yıldırmak,
bezdirmekten geçerdi. Netice itibariyle Rumlar, mitingi de bahane ederek
azgınlaştılar. Güvendikleri teşvikçi odak merkezi İstanbul Rum
Patrikhanesindeki "MAVRİ MİRA" cemiyeti idi. İstiklal savaşımızın
önderi; :Karadeniz bölgesindeki çalışmaları sırasında bu konuyu tefarruatıyla
tesbit etti. Ve Patrikhanenin haince çalışmalarıyla ilgili olarak 22 Ağustos
1919 tarihinde "GAYET MAHREM TUTULACAKTIR" mahreçli bir tamim
yazıp, durumdan yetkilileri haberdar etti. Tamim, özet halinde ve fakat gayet
açık-seçik şekilde sinsi gayretlerle dikkati çekiyordu. Söz konusu tamim
metni şöyle idi: "Gayet mahrem tutulacaktır. Erzurum 22.8.1919 TAMİM Pek
mevsuk, elde edilen malumata göre Rum Patrikhanesinde Mavri Mira isminde bir
heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik vekili Dreteos, azaları;
Atenegoras, Enez Metropolitik, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis,
Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis,Siyari isimdeki zevattır. Heyet
doğrudan Venizelos'tan talimat alıyordu, Rumların ve Yunan hükümetinin
muaveneti naktiyesiyle pek azim bir sermayesi vardır. Vazifesi Osmanlı
vilayetleri dahilinde çeteler teşkil ve idare eylemek, mitingler ve
propagandalar yapmaktır. Yunan Salibiahmeri de bu Mavri Mira heyetine
merbuttur. Vazifesi sureta muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında
çete teşkilatı yapmak, tertibatı ihtilali ile izhar eylemektir.
Bu suretle eczayi tıbbiye ve Levazımı sıhhıye namı altında silah, cephane
ve teçhizat memaliki Osmaniye'yi ihlalidir. Hatta resmi muhacirin komisyonu
da Mavri Mira heyetine tabidir. İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi
silah ve cephane deposu halini almıştır. Ve hatta kiliseler ibadet yerinden
ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır. Rum mekteplerinin evvelce,
bizim yapıp ta tam şimdi sırasıyken maalesef terkettiğimiz izci teşkilatları
tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare olunmaktadır. İstanbul, Bursa,
Bandırma , Kırk kilise, Tekirdağ ve mülhakatına izci teşkilatı itmam
olunmuştur. İziler yalnız çocuklar değildir. 20 yaşını mütecaviz gençler de
dahildir. Anadolu'da Samsun ve Trabzon ve cephane tevzi mahallidir. Müsait
bir halde yelkenli Yunan sefinesi istasyon halinde cephane ve eslihayı
hamilen mahallerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum
hazırlığı gibidir. Mustafa Kemal O sıralarda toplu bir kıyım hareketi için
halkının tamamı Rum olan köyler şunlardır: Büzmelek (Gümüşyaprak), Lengerli
(Yarısı), Domuzyağı, Sürmeli, Evrenuşağı, Çırıklar, Kaydalapa (Sarıçevre),
Peskeller (Yakıntaş), Aktekke, Bakırpınarı, Asmaçam, Kapıkaya, Asar,
Selemelik, Eldavut, Ağcalan, Örencik, İkiztepe, Köstenuğaşı (YeniKöy),
Balıklar, Hırsa Mengenler, Derbent, Ormanus, Karacageyik (Kösedik), Kuzualan,
Lodoros (Osmanbeyli) , Terzili. Bu köylerde onları yöneten kişiler olduğu
gibi, köyler arasında bağ kuran Rum çete başları da vardı. Bunların en önde
gelenleri Bafra merkezi ve mıntıkasında sorumlu Antimos, Aktekke ve
çevresindeki baskınları tertipleyen Andik ve Nikola Kızılırmağın doğu
yakasındaki katliamların düzenleyicisi Çorakli İstavri, Ağaçalan ve
çevresindeki yüksek köyleri baskın planlayıcısı Anastas ve Nebyan
mıntıkasında görevli Andon idi. Adı geçen çete başları beraberinde
toplandıkları çapulçu sürüsü ile, vatandaşlarımıza her türlü kötülüğü reva
görüyorlardı. Günümüzde dahi zihinlerinden silinmeyen olaylar yaratmışlardı.
Bunlardan bir tanesini, o günleri bizzat yaşamış Kadir Ceylan isimli, 80 yaşındaki
yurttaşımız şöyle anlatıyor. "1333(Hicri) yılında 15 kadar yerli aile
peskeller (Yakıntaş) köyüne yerleştik. O zaman buralarda Rumlar
oturuyorlardı. Bizi çekemediler. Köyden kovulmamız için türlü tertipler
düzenlediler. Tarlada, bahçede, yolda gördüklerine hakaret ettiler, fırsat
bulunca dövdüler, hatta işkence yaptılar. İlgili makamlara gidip, kendi
suçlarını bize yükleyerek, (Türkler bizi dövüyor, hakaret ediyor) diye
iftiralarda bulundular. Hatta işi daha da ileri götürerek o tarihlerde Samsun'da
bulunan İngiliz işgal kuvvetleri komutanına bizi şikayet ettiler. Bunun
üzerine İngiliz komutanı, köyümüze kendi askerlerinden müteşekkil bir müfreze
gönderdi. Köye gelen İngiliz askerleri, türlü şekillerde kuvvet gösterisi
yaparak, gözümüzü yıldırmak istedi. Biz, durumu daha sonra zamanın Bafra
Kaymakamına ilettik. Köyümüze geldi, incelemelerde bulundu. Sonra da Ayazma
(İkizpınar) köyüne yerleşmemiz kararlaştırıldı. Kendi vatan topraklarımız
üzerinde sürgün ediliyorduk. Fakat içinde bulunduğumuz şartlar bizi çaresiz
kılıyordu. Rıza göstererek Ayazma'ya gittik. Kısa zamanda oraya alışmış ve
yerleşmiştik. Bir gece korkunç canhıraş feryatlarla uyandım. Pencereden
dışarıya baktığım da köy, ateşler içindeydi. Bu arada bizim ahırda
tutuşmuştu. Hemen koşup aşağıya indim. Ortalık ana-baba günü idi. Rum
çeteleri ellerindeki silahlarla halka ateş ediyorlar, yanan paçavraları
alevlerin içine,ahırlara,samanlıklara atıyorlardı. Gökyüzü çıkan yangınlarla
kıp-kızıl olmuştu. Çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden ateş ediyor, dipçikliyor,
öldürüyorlar, yakıyor, yağmalıyorlardı. Aradan ne kadar zaman geçmişti
hatırlamıyorum, yeni silah sesleriyle irkildik. Önce takviye, ediyorlar
sandık. Ama öyle değilmiş. Bunlar, Gazibeyli ve Lenberli köylerinden
vaziyetimizi kavrayıp, imdadımıza koşan Müslüman halktı. Onların geldiğini
gören Rum çeteleri kaçmaya başladı. Ama saçı sakalı birbirine karışmış, gözü
dönmüş bir eşkiyanın, canmavarın kaçarken on bir yaşlarında bir Türk çocuğunu
nasıl kurşun sıkarak,onu hunharca katlettiğini hiçbir zaman unutmayacağım. O
gece köye bağlı 7 mahallenin evlerinin büyük çoğunluğu yakılmış ve talan
edilmişti." Rum çetelerinin yaptıkları sadece, Kadir Ceylan dedenin
gözleri yaşlı vaziyette anlattığı bu olaydan mı ibaretti? Elbette ki hatır.
Zira hafızalardan silinmeyen ama Türk kadının namusuna ne kadar düşkün
olduğunu ispatlayan olaylarda vuku bulmuştu. Bunlardan bir tanesi o zamanlar
Peskeller (Yakıntaş)) köyünde oturan Şerife isimli bir kadınımızın başına
gelmişti. Olay şöyledir: Bafra merkezi ve çevresinden sorumlu Rum çeteleri
reisi Antimoş,köyün kuzeyinde hayvanlarını otlatmakta olan Şerife'nin
kaçmasına fırsat vermeden kıskıvrak yakalarlar. Hayvanlar yakalanır. Şerife
direnmektedir. Çete reisinin amacı, hayvanların yanı sıra Şerife'yi de
götürmek ve onu kirletmektir. Fakat Türk kızı sandıkları gibi korkak
değildir. Kendisini tutan gözü dönmüşlerden birinin bıçağı kapar ve
karşısında zevkten kıvranan Antimoş'un üzerine yürür. Durumunun nezaketini
anlayan çete reisi, birden her zaman ki haline döner ve elindeki tüfeği genç
kadına doğrultarak, bütün fişekleri vücuduna boşaltır. Talihsiz Şerife anında
şehit olur. 1320 doğumlu Hacı Hüseyin Kurnaz isimli bir vatandaşımız, o
tarihlerde yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor: " Andavallı'ya
(Bakırpınarı) oduna gidiyorduk. Üç kişi idik. Birden şiddetli bir tüfek ateşi
ile karşılaştık. Hemen kendimizi yere attık. Aradan bir saniye geçmiştik ki,
eli silahlı 5 kişi tepemize dikildi. Bizde silah olarak yanımdaki bıçaktan
başka bir şey yoktu. İçlerinden birisi çete başı İstavria'ya götürüleceğimizi
söyledi. Daha sonra kendi aralarında Rumca bir şeyler konuştular. Bir müddet
tartışlar ve sonunda bizimle konuşan ilk Rum, bizi İstavria 'ya teslim
etmekten vaz geçtiklerini, fakat üzerimizde ne var , ne yoksa hepsini
alacaklarını söyledi. Bir ara gözü, ismi Şevki olan yanımdaki arkadaşın
parmağındaki yüzüğe takıldı. Hoşuna gitmişti. Arkadaşın nişan halkası
idi. İstedi. Arkadaş bir-iki kere çıkarmayı deniyormuş gibi yaptı, ve
çıkmadığını söyledi. Onun üzerine üçümüzü kıskıvrak bağladılar.
Önce üzerimizde ne varsa elbiseye varana kadar aldılar. Sonra bizimle
muhatap olan Rum, Şevki'nin yüzüklü parmağını tuttu. Pis, pis sırıtarak; -
" Bu çıkmıyordu değil 'mi? Bak şimdi nasıl kolayca çıkacak " dedi.
Demesiyle belindeki keskin bıçağı çekmesi ve bir hamlede arkadaşın parmağını
kesmesi an meselesi oldu. Korkunç bir şeydi. Şevki'nin yüzü şiddetli acı ile
buruşmuştu. Bir müddet teklemeyip, işkence yaptıktan sonra bizi o vaziyette
bırakıp gittiler..." Kurtuluş Savaşı sırasında doğu cephesinde Puslara
karşı savaşmış İstiklal Savaşı gazisi Hacı Bayram Şenel isimli yurttaşımız
da, Bafra'da başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: "İstiklal
Savaşı'ndan çok önce idi. Henüz daha küçük idim. Amcamla komşu köye giderken
Rumlar bizi köklük mevkiinde çevirdiler. Ellerinde zamanın en geliştirilmiş
tüfekleri vardı. Bizde ise silah namına bir şey yoktu. Ellerimizi arkadan
bağladılar. Ve tüfeklerini bize doğrulttular. Gözlerimi kapayıp, babamın
öğrettiği kelime-i şahadeti getirmeye başladım ki, arka arkaya silahlar
patladı. Vücudunda hiçbir acı hissetmiyordum. Gözlerimi açtım, birde ne
göreyim? Rumlar kaçmıyorlar mı? Şaşırmıştım. Amcama baktım. Yan tarafı
gösterdi. Eli silahlı bir kişi, kaçan Rumların arkasından hala ateş ediyordu.
Bu Molla Ali idi. Akalan köyünden Molla Ali. Köyümüze gelirken bizi bu
vaziyette görmüş,imdadımıza yetişmişti... Hemen ellerimizi çözdü. Fakat o
anda kendisinin de sol göğüs tarafından yara aldığını fark ettik. Molla Ali
yarasını hiç önemsemiyordu ama çok geçmeden yere düştü. Ve birkaç dakika
sonra Allah'ın rahmetine kavuştu. Ruhu şad olsun..." Muammerler
(Kasnakçı mermerler) köyü de bir gece içinde yakılmış, yıkılmış, talan
edilmiş ve 46 vatandaşımız şehit edilmişti. Etraftan yapılan baskıya daha
fazla tahammül edemeyen köylüler, diğer köylere göç etmişlerdi. Halk elinde
silahı, sabaha kadar malını, mülkünü, namusunu, canını muhafaza için nöbet
tutuyordu. Papazların kışkırtmaları son hadde ulaşmıştı. Kiliseler ibadet
yerleri olmaktan çoktan çıkmış, Türkleri imha için silahlanma , taktik,
teşkilatlanma merkezleri olmuştu.
Mavri Mira'nın yardımlarıyla emir
ve direktifler hemen uygulanıyordu. Köylerde sık sık toplantılar yapan
papazlar ve diğer Rum idareciler, her gittikleri yerlerde: -"Buralar
bizim topraklarımızdır. Türkler buraları zorla gaspettiler. Onlara hayat
hakkı tanımamalı, hepsini tek fertleri kalmayana kadar yoketmeliyiz. Pontus
Devletini yeniden kurmalıyız." Gibi yalan, yanlış sözlerle halkı tahrik
ediyorlardı. Bilhassa Ağcalan köyü papazı İlia, bir türlü Türk kanına doymak
bilmiyordu. Yukarı köylerdeki bütün baskınların organizatörü o idi. Ama
bilahare ilçede görevlendirilen Yüzbaşı Emin Efendi, bunu duymuş ve
cezalandırmıştı. O tarihlerde Bafra'da Rumlara karşı direnme harekatına
girişen müfreze kumandanı Kocaman oğlu İsmail Bey'dir. Bu zat, Rum
katliamlarının bir çoğuna engel olmuştu. Çakıroğlu Dursun Ağa ve oğlu Rahmi
Bey isimli kişilerde milisler oluşturmuştu. Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da
Samsun'da saçtığı fikirler yeşermeye başlamıştı. Çok geçmeden Rum eşkiyaları
ve onları bilhassa maddi yönden besleyen Ermenilerle kıran kırana süren
mücadele, infilak noktasına geldi. Memleketin her tarafında başlayan
"varoluş-kavgası" bu ilkede de suratını arttırarak gelişti.
Düşmanın elindeki zamanın en moderin ve teçhiç edilmiş silahlarına karşılık
Türk'ün iman dolu göğsü, çelikleşmiş azmi vardı. Bu inanç, azim ve mücadele,
ilçenin her tarafında tıpkı İzmir'in işgalini protesto mitinginde olduğu gibi
bil-fiil kendini göstermeye başladı. Bafra'ya bağlı ve etraf köylerdeki
direniş kahramanca olmuştu. Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında, O'nu gören ve
fikirlerinden büyük heyecana kapılan Göltepeli bir vatan sever, hemen
Bafra-Kolay'a dönmüştü. Vatanperver genç, o zamanlar çevrenin en çok sözü
dinlenen kişisi olan Hacı Hafız Mustafa Efendi ile görüştü. O'na Mustafa
Kemal'in fikirlerini tek tek anlattı. Hacı Hafız Mustafa Efendi de
etkilenmişti. Derhal haber salarak, Müslüman halkının evinde toplanılmasını
istedi ve 8 Haziran 1919 günü arzulanan toplantı yapıldı. Hacı Hafız Mustafa
Efendi Mustafa Kemal'i Fikir, düşünce ve emirlerini onlara da nakletti.
İçinde bulunulan durumun değerlendirilmesi yapıldı. Neticede mücadele
grupları oluşturulması karara bağlandı. Ana komite Hacı Hafız Mustafa Bey'in
başkanlığında şu isimlerden oluşmuştur:Hacı Hatip Hüseyin Efendi, Kadon
Dursun Efendi, Darboğazlı Muallim Ali Efendi, Hatip 'in Hüseyin Efendi Gadon
Osman, Sadık Yılma, Zühtü Bey ve İbicioğullarından Hüseyin Bey. Bugün hala
hayatta olan İbicioğullarından, 1897 doğumlu Hüseyin Tekin Efendi, o günlerle
ilgili şunları anlatıyor: "Kolay'a bağlım Muruşo Tepe de bir Rum
Kilisesi vardı. Orada papaz, Rumları kışkırtıyor, onlar da bize baskınlar
yapıyor, saldırıyorlardı. Çok defasında mal ve can kaybına yol açıyorlardı.
Bir gece de ırmağın karşı yakasındaki Düzköy'e saldırdılar. Baktık ki, bu
durum böyle devam etmez. O tarihte Samsun'a çıkan fikirleri zaten hafız
Mustafa Efendi başkanlığındaki gruplarda birleştik. O'nun emriyle köyümüzün
etrafına istihkamlar kazdık. Kısa sürede Rumlarla kıyasıya mücadeleye girdik.
Bu arada Hacı Hafız Efendi Mustafa Kemal'in yanına gidip O'nunla görüşmüş.
Dönüşte elimizdeki mevcut bütün silahlarla beraber köy gençlerinin Mustafa
Kemal'in ordusuna gönderdi. Tabii bende vardım. Yalnız Gitmeden önce Rumları
büyük yenilgilere uğrattık, unutamayacakları dersler verdik." Türk
insanını iyi tanımayan düşmanları bir kere daha şaşırmış,O'nun silkinişi ile
irkilmiş, şahlanışıyla da yeniden büyük darbeler yemeye başlamıştı. Evet,
asırların devi uyanıyor, mahmurluğunu üzerinden atıyordu. Yıllardır yerli
halka yapmadık işkence ve vahşet bırakmayan komitacılar arasında panik
başlamıştı. Artık kendilerine anladıkları dilden cevap veriliyordu. Rüzgar
ekenler, fırtına biçiyorlardı. Neticede Bafra'daki Rum ve Ermeni eşkıyaları,
çeteleri teker teker temizlendi. Kalan azınlıklar da; bilahare LOZAN'DA
imzalanan antlaşma gereğince, diğer milletlerin sınırları içersindeki
soydaşlarımızla mübadele edildi. Böylece Bafra, gayri-müslimlerden arınmış
oldu. BAFRA İSMİNİN KAYNAĞI Bu konuda ileri sürülen çeşitli iddialar vardır.
Bazı kaynaklarda BAFİROS'dan söz edilir. Büyük bir ihtimale Venedikliler
,Cenevizliler, ve Rumların bu ismi kullandığı tahmin edilmektedir.
Bilhassa Rumların sonu (OS)la biten isimleri nazar-ı dikkate alınırsa bu
biraz daha gerçeklik kazanabilir. Fakat Bafra'nın gerçek ismi olması
şüphelidir. Çünkü adı geçen toplulukların, her gittikleri yere , asıllarına
ilaveten kendilerinin de bir isim koyma adetleri vardır. Dolayısıyla
Bafra'nın asıl isminin yanısıra BAFİROS'un da takma ad olarak kullanıldığı
ihtimali ortaya çıkmaktadır. Bir diğer kaynak da Bafra'nın BAF-RAH
kelimesinden doğduğunu yazmaktadır. Baf-Rah Farsça'da (yol almak) manasına
gelmaktedir. Söz konusu kelimede yer alan sondaki (-h) harfi, halk arasında
konuşula konuşula zamanla düşmüş ve böylece Bafra ismi ortaya çıkmıştır. En
kuvvetli ihtimal, ilçe isminin "BAVRA"dan gelmiş olduğudur. Zaten
birçok eski kaynakta direkt bu şekilde kullanmalar olmuştur. Diğer taraftan
Osmanlı Edebiyatında Avşar'a Afşar, Kevgir'e kefgir, Vişne'ye Fişne denilmesi
gibi, "Bavra" kelimesindeki (V) harfi de zamanla, dilde (F)'ye
dönüşmüş ,böylece (BAFRA) ismi ortaya çıkmıştır. Bafra isminin en az üç yüz
elli yıldır kullanıldığı muhtemelendi
Bafra Civarında Pontusculuk
Faaliyetleri
Haritadan
Silinen Kasaba; Çaşur
Bir ziyaretçimiz Bafra'nın Çaşur köyü ile
ilgili bilgi ve belge talebinde bulunmuştu. Ancak gördük ki bu köy (o günün
kasabası) 15 Ağustos 1919 gecesi 12.000 Hristiyan milis tarafından
basılmış, burada bulunan 1.000 asker ve çoğu kadın ve çocuk olan 400 sivil
öldürülmüş, sağ kalanlar ise Kolay halkı tarafından korunup
kollanmışlardır. Kolaylılar, Kurtuluş savaşı yıllarında
Bafrada kurulan " Müdafai Hukuk Cemiyetinde" etkin
rol üstlenmişlerdir. ( Kolaylı Hacı Hafız Mustafa Önder, Cemiyetin
kurucularındandır.) Pontuscu Rum çetecilerine karşı başarılı bir mücadele vermişler, bu çeteleri Kolaya
sokmamışlardır. Rum çetelerinin Çaşur ve Düzköyü yakmalarında sağkalanları bağırlarına basmışlar ve
Kolayda barındırmışlardır.
Bafra, Trabzon Vilayeti içerisinde I.
Dünya savaşı sırasında ve sonrasında Rumların, Osmanlı hükümetine
ve TBMM rejimine karşı silahlı mücadele ettiği iki bölgeden birisiydi (diğeri
için Bk. Santa; her iki bölgenin dağlık oluşu, halklarının dağlılara özgü kan
davası ve Karadenizlilere özgü atalarını ev bahçesine gömerek toprağa
kutsiyet kazandırma gelenekleri [bu yüzden Bafra’lılar köylerine muhacir
yerleştirilmesine şiddetle karşı çıkmışlardır] ve silaha olan düşkünlükleri
dikkat çekicidir)
I. Dünya savaşı sırasında gerek Türk,
gerek Hristiyan pek çok asker kaçağı bulunmakta olup, hükümet tarafından
yakalandıklarında idam ediliyorlardı. Pek çok asker kaçağı gibi Bafra’lı
Rumlar da köylerine dönüp saklanmışlardı. Kaçakların köylerinin civarında
saklandığını ve aileleri tarafından beslendiklerini düşünen jandarma, aileler
üzerine baskı yapmakta; bu baskı köylüler ve kaçaklar tarafından etnik bir
bakış açısıyla yorumlanmakta ve karşı tepki doğmaktaydı (Yerasimos, 1989: 37)
Metropolit kendi ağzından gerilla
savaşında oynadığı rolü kaydetmiştir:
“Başlangıçta küçük ve düzensiz olan bu
grupları, Makedonya’daki mücadelemizden edindiğim uzun süreli deneyimle,
düzenli ve savaşabilir gerilla birlikleri olarak örgütle-meye başladım. Bu
birliklerin sayısı çoğaldı. Onların başına bu göreve layık ve savaş de-neyimi
olan komutanlar geçtikten sonra, bu ünvanları ki onlara kendim veriyordum, bu
gruplar gerçek askeri birliklere dönüştü. Her biri taşranın bir bölgesini
himayesi ve salt yetkisi altında bulunduruyordu” (Antemidis, 1998; NAK 216)
Asker kaçakları, yakalandıklarında
idam edilecek olacaklarından, kaybedecek bir şeyleri bulunmamakta, bu yüzden
kolaylıkla yönlendirilmekteydiler. Metropolitin çabaları, yerel eşrafın da
desteği ve hükümetin baskısı, Rum asker kaçaklarının çeteler halinde
örgütlenmelerine zemin hazırlamıştır.
Balkan savaşları neticesinde yaşadığı
topraklardan Anadolu’ya göçmek zorunda kalan Müslüman muhacirlerin, hükümetin
Rum köylerine yerleştirilmeye çalışması böl-ge nüfusunun % 47’sini
oluşturacak kadar kalabalık olan Rum’ları ilk defa jandarmayla karşı karşıya
getirmiştir. Kirazlık, Çırahman, Ökse, Tekseris, Çinit, Andreandon, Çınarlı
köylerine jandarma kontrolünde göçmen grupların yerleştirilmek istenmesi
silahlı çatışmaya sebep olmuştur. Hükümet göçmen yerleşimine en
çok direnen üç köydeki (Ökse, Çirahman ve Tevkeris) Rum evlerini ateşe vermiş
buna karşın Rumlar, Vasil Usta adlı yerel bir lider etrafında birleşmişse de
bir süre olaysız geçmiştir.
1916 Mayıs’ında Trabzon kentinin,
Ruslar tarafından işgalinin ardından, Rus ordusu, Giresun civarında
ilerlemesini durduran Türk ordusunun arkasında ikinci bir cep-he açmak
amacıyla, Bafra’lı Rumlara ciddi miktarda silah ve cephane yardımı yapıp,
eylem de bulunmaya teşvik etmiştir. Vasil Usta, 1916 yılının Haziran ayının
sonlarında, yanındaki on adamıyla savaş hattını aşarak Rus ordusunun işgali
altındaki Trabzon’a gelmiş ve burada Rus karşı casusluk teşkilatının şefi
Albay Artatov ile buluşmuştur. Rus hattının gerisinde silahlı çeteler kurma
işi ile görevlendirilen Vasil Usta, 3 Temmuz’da bir Rus torpido gemisiyle
Samsun’a çıkarılmıştır. Rusların amacı, Rum çetecilerin cephe gerisinde Türk
ordusuna karşı oyalama ve yıpratma savaşı sürdürmesidir. Rusların kendilerini
oyaladıklarını düşünen Vasil Usta, hükümeti Rum köylerine yönelik bir şiddet
eylemine yapmaya zorlamak amacıyla çevredeki Türk köylerini basarak sözde
Rumlara eziyet eden kişileri öldürmüş hatta bizzat jandarmaya saldıracak
kadar cüret göstermişse de 18 Ekim’de 9 adamıyla Trabzon’a sığınıp, savaşın
sonuna kadar orada kalmıştır. Bu provokasyon bölge
halkının,Giresun,TrabzonveRize’li Laz çetelerinden yardım istemeleriyle ve
hükümetin bölgedeki Hristiyanları cepheden uzak iç bölgelere zorunlu göçe
tabii tutmasıyla sonuçlanmıştır. Bu tarihten itibaren irili ufaklı pek çok
olayın yanı sıra iki önemli çatışma yaşanmıştır:
1-) 1917 Nisanında, Türk ordusu ve başıbozuk adı verilen Müslüman
milisler, Otkaya köyü civarında bulunan Meryem Ana mağarasını basıp burada
bulunan 80 isyancıyı öldürüp, mağaraya sığınmış olan 700 kadın ve çocuğu
dayaktan geçirmiştir.
2-) 15 Ağustos 1919 gecesi 12.000 Hristiyan milis Çaşur kasabasını
basıp, burada bulunan 1.000 asker ve çoğu kadın ve çocuk olan 400 sivili
öldürmüştür.
Kaynak: Özhan Öztürk.
Karadeniz Ansiklopedik Sözlük.İstanbul. 2005. ISBN: 975-6121-00-9. sf. 152-3
GreekMurderers_tr.Net - "Pontus Soykırımı" Koca Bir Yalan
Tam iki yıl sonra, 15 Nisan 1919'da 12.000 Andart, Türkleri aldatmak için
kadınlarının ve çocuklarının eşliğinde, bir Türk kasabası olan komşu Casur'a
gece ...
Sele-Sepet
Top Kandil Şenlikleri:
Ramazan ayının Bafra insanı ve bilhassa Bafralı çocuklar açısından çok ayrı bir anlamı daha vardır. Çocuklar, Ramazan ayının onbeşinci gecesini iple çekerler. Zira o gece onlar için güzel duyguların pekiştiği gecedir. Ramazan ayının millet hayatımız üzerinde çok önemli tesirleri vardır. İnsanlarımız arasında dostluk, kardeşlik duyguları artar, suç oranları büyük oranda azalır. Her tarafı ulvi bir hava sarar. Kalpleri, tarifi kolay olmayan huzur doldurur. Hep iyi duygularla hareket edilir. Düşkünler daha çok düşünülür. Muhtaçlara yardım etmek için adeta yarışılır. Herkes evindeki iki lokmayı başkalarıyla paylaşmaya çalışır. İftar ve sahur sofraları, bütün aile fertlerinin bir ay süreyle bir araya geldiği bir eğitim fırsatıdır. Velhasıl bu güzel ayın tadına doyum olmaz! Evet, her yıl, Mübarek Ramazan ayının 14'ünü 15'ine bağlayan gece Bafra'mızda şenlikler yapılır. Buna "Sele-Sepet Şenlikleri" denir. Hatta bu gece yıllardır sele-sepet gecesi olarak bilinmektedir. Sele-sepet gecesi büyüklerle küçüklerin daha çok kaynaştığı, çocukların sevindirildiği, onlara izzeti ikramda bulunulduğu gecedir. Eğlenmeleri, gülmeleri için bir gün önceden hazırlıklar yapılır. Herkes çocuğuna halk arasında "sele-sepet" denilen fenerler alır. Daha sonra gelecek küçük misafirler için şeker, bozuk paralar veya meyve bulundurulur.Sele-sepet gecesi şenliklerle başlar. Vakit ise iftarın peşinden gelen zaman parçasıdır. Çocuklar gruplar halinde kümelenir. Küçükten büyüğe doğru boy sırasına geçerler. En önde genellikle iki yaşlarında çocuklar bulunur. Bir anda ilçenin bütün cadde ve sokakları bu küçüklerin, ellerindeki fenerlerin ışığıyla aydınlanır; "Mahallede şenlik var, Bize geldi etraf dar, Sele-sepetleri alın, Çıkın yola ey çocuklar." Böylece henüz gruplara katılmamış evlerdeki son çocuklar da çağrılır. Sonra şu mani söylenir;"Haydi hep gezelim, Şekerleri süzelim, Bu gece sele-sepet, Eğlenelim, gülelim."Ve belirli bir düzen içinde evleri gezmeye başlarlar, ilk durak da şu maniler söylenir;"Sele-sepet top kandil, Aç kapıyı ben geldim, Ay da yıl da bir kere, Kapınıza ben geldim." "On bir ayın sultanı, Geçiyor Ramazan ayı, Açın kapınızı bize, Amca, hala, teyze, dayı." Kapı açılır. Evin hanımı ve beyi birlikte çocuklara sırayla ikramda bulunur. Onların saçını okşarlar. Öğüt verici güzel sözler söylerler. Bazı hane sakinleri kapılarını mahsustan açmazlar. Sabırsızlanan küçükler, bu sefer onlar için ayrı mani söylerler; "Açın kapınızı bize, Uğur gelir evinize, Eğer bahşiş verirseniz, Bolluk getiririz size." Gecikerek açılan kapıdan gülümseyen yüzler çıkar. Oyunları tutmuştur. Ve kendileri için özel mani söyletmişlerdir. Karşılığında hepsine teker teker bozuk para verirler. Bu arada çocuklardan birinin sele-sepeti yanar. Başlar ağlamaya. Bunu gören babası hemen yenisini alır, çocuk da memnuniyetini hemen dile getirir; "Sele-sepetim yandı, Şekeri içinde kaldı, Üzüntümü gören babam, Bana yenisini aldı."Ev ziyaretleri mani ile devam eder; "Ey evin sakinleri, Verin bize telkinleri, Sele-sepet geçiyor, İkram edin şekerleri." Her gidilen evden muhakkak bir ikramda bulunulur. Alınan şeker, para vb. hediyeler ellerdeki sele-sepetin içine konulur. Dakikalar çok çabuk ilerler. Artık teravih vakti yaklaşmıştır. Son olarak şu mani söylenir;"Büyükleri sayalım, Küçükleri sevelim, Ramazan ayı geçiyor, Kıymetini bilelim." Ve böylece sele-sepet şenlikleri sona erer. Babalar çocukların ellerinden tutarak, hep birlikte teravihe giderler.
Çetinkaya Köprüsünden geçmeyen gelin düğün salonuna gitmiyor
2.
3.
Bafra’da gelin damatlar oynayarak, dilek tutarak köprüden geçip salona
gidiyorlar. Samsun’un Bafra ilçesinde uzun yıllardır bir
gelenek haline gelen Kızılırmak Nehri üzerinde bulunan Çetinkaya
Köprüsü üzerinden geçmeyen gelin salona gitmez adeti halen devam ediyor.
Alınan bilgiye göre,’’Bir rivayete göre gelin alayı eski şartlara göre atlarla gelin almaya giderler. Eski tahta köprüden geçerken, eski tahta köprü yıkılarak gelin alayı olduğu gibi ırmakta boğularak can verirler. Ve o zaman bir türkü yakılır.’’ Köprüye varınca köprü yıkıldı, Üç yüz atlı birden suya döküldü, Nice yiğitlerin beli büküldü, Kızılırmak nettin allı gelini, Nasıl yedin benim suna boylumu.’’ diyerek. Ve yerine zamanın ulaştırma bakanı Ali Çetinkaya tarafından yaptırılan 7 kemerli köprüye Çetinkaya Köprüsü ismi verilir. O gündür bu gündür her gelin muhakkak evlenirken köprüden geçer. Eğer damat tarafı naz yapıp geçmeyiz derse gelin geçene kadar bekler ve ondan sonra düğün salonuna gidilir. Tatillerin bitmesi, okulların açılacak olması nedeni ile Bafra ilçesinde de düğünlerde bir hayli artış oldu. Kız evinden alınan gelinler ise konvoy eşliğinde Çetinkaya köprüsüne gelip köprüden geçerek dua edip dilek tuttular ve geleneklere göre suya taş attılar. Davul zurnanın çaldığı ‘’Köprüden geçti gelin.’’türküsü ile köprüden salona gittiler.
Hıdırellez
Şenlikleri:
Mayıs ayının 6. günü baharın gelişini kutlamak için yapılır. Topluca mesire yerlerine gidilip piknik yapılır, oyunlar oynanır. Ateş yakılıp dilekler tutularak üzerinden atlanır. Neyzen Tevfik Kültür Şenlikleri: İlçenin Kolay beldesinde her yıl Ağustos ayının son haftasında kutlanır. Şenliklerde müzik ve folklor gösterileri, tiyatro faaliyetleri, halk ozanlarından deyişler, sergiler vb. etkinlikler yapılmaktadır. Bu kutlamalar yöre insanlarında birlik beraberlik, bolluk, bereket ve sevgiye dayalı inancın yaygınlaşmasını sağlar. İlçemiz için büyük bir imkan ve şans olan yazlık ve kışlık kültür merkezlerinde sosyal ve kültürel alanlarda bir çok etkinlikler yapılmaktadır. İLÇEMİZDE MÜZİK VE FOLKLOR Bafra Musiki Cemiyeti: Sanat musikisi çalışmaları yönünden Samsun'un en etkili ilçesi Bafra'dır. İlk ciddi çalışmalar, Tamburi Nafiz Anarat tarafından başlatılmıştır. Bafra'nın ilk ve tek Türk Sanat Müziği kuruluşu Bafra Musiki Cemiyetidir. Bu cemiyet l Ocak 1977 tarihinde kurulmuş kısa zamanda ünlenmiştir. Folklor: Bölge kozmopolit bir yapıya sahip olduğundan çeşitli folklorik özellikleri de içine almıştır. Bu nedenle ilçe ve çevresinde değişik yörelerin oyunları oynanmaktadır. İlçenin okulla, bünyesinde halk oyunları ekipleri mevcuttur.
YÖRESEL
EL SANATLARI
Geçmişten günümüze kadar önemini koruyan, Türk kültürünün değerli taşlarından olan halı sanatı, vazgeçilmezliğini sürekli göstermiştir. Kilim dokumacılığı, hasır ve zembil örücülüğü, yöre hanımlarının yaptıkları göz nuru işleme ve oyalar, çorap örücülüğü bu kategoride sayılabilir. İlçede halı ve kilim dokumacılığı, özellikle dağ köylerinde bez dokumacılığı yapılmaktadır. ZENBİL ÖRÜCÜLÜĞÜ Birde zembil örücülüğü ve hasır örücülüğü gelişmiştir. Zembil örücülüğünde kullanılan malzemeler şunlardır; Saz bitkisi, kurutulmuş mısır koçanı yaprakları, 50 cm. uzunluğunda ortadan ikiye katlanmış ve iğne vazifesi gören çelik tel, saz bitkisinden yapılmış kındıra, hazır kumaş boyası veya tabii boyalar. Tabii boya, genellikle soğan veya yeşil ceviz kabuklarının kaynatılmasıyla elde edilir. Zembil şöyle örülür; Mısır koçanı yaprakları ıslatılıp, yumuşatılır. Bir mısır koçanı yaprağı; boyunca 3 eşit parçaya bölünüp, kındıra üzerine muntazam sıkıştırılarak sağdan sola sarılır, 8-10 cm. sarıldıktan sonra sarılan kısım içe bükülür. İlk örülen kısım ortadan sarılarak çevrilir. İstenilen şekilde örülür. Koçan bittiği yerde iğne ile dolanır. Boyanmış mısır koçan yapraklarından aralara desen konulur.YÖRESEL YEMEKLERİ Bafra'nın damak tadı deyince akla Bafra pidesi ve köftesi gelir. Sitemizde Bafra pidesi ile ilgili ayrı bi bölüm açılmıştır. Bilgi edinmek isteyen dostlarımız buradan bilgi alabilirler. Her türlü balık yemekleri, nokulu ve kaymaklı lokumu ile ünlüdür. Nokul tatlı hamurdan, içine ceviz ve kuru üzüm konularak yapılır. Düğün bayram gibi belirli günlerde misafirlere ikram edilir. KINA GECESİ Oğlan tarafının kız ve kadınları düğünden bir gün önce toplanır. Bir heybe içinde hazırladıkları kına ile kız evine giderler. Yalnız bu heybe içinde kınadan başka ana yolluğu elbise, un, yağ, pirinç, şeker, helva da vardır. Böylece kına gecesi eğlenceleri de başlamış olur. Tabaklar içinde mumlar yakılır.İçinde kına bulunan testi gelinin önüne getirilir. Önce sağ ayağının altına, sonra sol avuç içine kına sürülür. Bu arada bilahare geline iade edilmek üzere ortada kına tepsi-ninin içine para atarlar. Ve yanan mumlar başının üzerinde ritmik haraketlerle gezdiril-dikten sonra söndürülür. Öksüzlere de kına sürüldükten sonra herkesin istifadesi için bir masa üzerine konur. Oradakiler ellerine kına sürebilmek için, bilhassa kızlar itişip kalkışırlar. Zira hangi kız daha önce kına alırsa, nasibi de önce çıkarmış. Kına yakma merasimi sırasında şu ağıt söylenir:"Altıntas içinde kınam ezildi annem, Ellerin evinde başım bozuldu annem, Şen annem, şen babam, Evin şen olsun, Ben gidiyorum annem haberin olsun! Annem aş pişirmiş kızımız yesin diye, Babam at eğerler kızımız binsin diye, Şen annem, şen babam, Küçük kız kardeşim vekilim olsun, Esvap yoğduğumuz taşlar, Gölgelendiğimiz ağaçlar, Şen annem, şen babam, Haberin olsun, Ben gidiyorum arkadaş haberin olsun! Babamın bacası eğrice tüter, Annemin küllü çöreği burnumda tüter, Şen annem,şen babam, Evin şen olsun, Ben gidiyorum anne haberin olsun!" Ağıt söylenirken başta gelin olmak üzere kız tarafı göz yaşı dökerler. Bunlar ayrılmaya hazırlanmanın göz yaşlarıdır. Misafirler bu acıklı manzarayı silmek için hemen devreye girerler. Mumlar yeniden yakılır. Tokmak davulu vurmaya, zurna çalmaya başlar. Sıra olunur ve çeşitli oyunlar oynanmaya başlanır. Oyunlar oynanırken de şu maniler söylenir;"Ha bu akşam burada, Yaprak sallanmayacak, Şaka maka diyoruz, Kimse darılmayacak. Evin önünde vişne, Vişne sevdiğim vişne, Bizim eve yakışır, Kravatlı enişte. Manice başımısın, Cevahir taşımısın, Bin manicik göndersem, Cebinde taşırmısın.Portakalı dildinmi? Bıçağını sildinmi? Çok atardın be çocuk, Nasıl alabildinmi.Beyaz giyme üşürsün, Yarim çok düşünürsün, Allah'a çok dua et, Beni sana düşürsün.Pencereden bak beri, Beğenirsen al beni, Beğenmezsen beğenme, Beğenenler var beni."Ve böylece hıçkırıklarla neşenin yoğrulduğu kına gecesi biter.
BAFRA
VE TURİZM
Turizm
açısından değişik alternatif ve imkanlara sahip olan ilçemiz maalesef bu
konuda atılacak adımları beklemektedir hala. Kızılırmak deltası, Engiz-AIaçam
ilçeleri arasında yaklaşık 60km.lik kıyı şeridine sahiptir. Deniz ve güneşten
yararlanmak isteyen turistler için en ideal bölgedir. Yeşilyazı Köyünde de
bir halk plajı bulunmaktadır Altınkaya barajı çevresinde bulunan şelale
etrafı dinlenme ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır.
33 parçadan oluşan balık gölleri kuş gözlemciliği ve doğa turizmi bakımından dört mevsim boyunca önemli bir potansiyele sahiptir. Dolayısıyla bölgede Ekoturizm olanakları son derece fazladır. Ornito Seyahat Acentası tarafından kuş gözlem turları düzenlenmektedir. KızıIırmak deltasının da dahil edildiği tur programları, yurt dışında pek çok basın organına, elçiliklere, doğa koruma derneklerine gönderilmiştir. İlçe merkezine l km. mesafede bulunan belediye turistik tesisleri, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinin en şirin ve güzel dinlenme tesisidir. 130 000 metrekarelik bir alana yayılmıştır. Tesis içinde 8 otel, 4 motel, l açıkhava kültür merkezi, l düğün salonu, ı kafeterya, otopark yerleri, basketbol-voleybol sahaları ile yetişkin ve çocuklar için ayrı yüzme havuzu vardır. Tesisin çevresi rengarenk çiçek bahçeleriyle donatılmıştır. Bitişiğinde çam ormanları ile kaplı büyük bir piknik alanı bulunur. Derbent barajı çevresi mesire ve dinlenme yeri olarak şirin köşelerden birisidir.Baraj çevresindeki iki suni gölde amatör ve profesyonel balıkçılık yapılmaktadır.(Recep ŞEN-www.recepsen.com)
Çetin KOŞAR Samsun -
Bafra
TARİHİ
Bafra’nın tarihi M.Ö.5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. İkiztepe ören yerinde yapılan araştırmalarda kalkolitik döneme (m.ö. 5000-4000) ait yerleşmelerin izine rastlanmıştır. İkiztepe ören yerinde M.Ö.4000 yıllarından M.Ö.1700 yıllarına kadar 2300 yıl boyunca sürekli yerleşim yapıldığı anlaşılmıştır. Burada eski tunç çağı (M.Ö.3000-2000) ve erken Hitit (M.Ö. 1900-1800) dönemin kültürlerinin izlerini taşıyan çok sayıda eser ve kalıntı bulunmuştur. M.Ö.670 yıllarında Paflagonların’da Kızılırmak vadisinde yaşadıkları bilinmektedir. M.Ö. 6.yy.da Lidyalıların eline geçen bölgeyi M.Ö.546 da Persler istila etmiştir. İkiz tepede Helenistik döneme (M.Ö.330-30) ait bir anıt mezar da bulunmaktadır. Bu bölge M.Ö. 47 de önce Roma, sonra da Bizans egemenliğine girmiştir. 1071 Malazgirt savaşından sonra Selçukluların eline geçen Bafra'ya 1214 yılında Anadolu Selçuklu Hükümdarı İzzettin Keykuvas Türkmen aşiretlerini yerleştirmiştir. 1243’te başlayan Moğol istilaları Selçuklu İmparatorluğunun yıkılması ve Türk Beyliklerinin kurulmaya başlamasına neden olmuştur. İşte bu dönemde bölgede küçük bir Selçuklu beyliği olan BAFRA BEYLİĞİ kurulmuştur. 1640’ta ise Bafra Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bafra adının Kızılırmağın denize açıldığı yerde, (M.Ö. 521 yıllarında Fenikeliler zamanında) ticaret gemilerinin yanaştığı koylara kurulan, ticaret evlerine, Bafira denilmesinden geldiği sanılmaktadır. Bafra ilçesi Osmanlı İmparatorluğu devrinde Trabzon iline bağlı Canik sancağına ait bir yerdi. Hangi tarihte kaza olduğu kesin bilinmemektedir. Salname kayıtlarına göre 1854 yılı sonlarına da kaza merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İmparatorluk zamanında 1876 harbinden sonra kırımdan Bafra'ya çok sayıda Türk gelmiştir. Daha sonraları çıkan Balkan ve I.Dünya savaşları Türk halkının azalıp, fakirleşmesini, azanlık olmalarına rağmen Rum ve Ermenilerin İktisadi hayatı ellerine geçirip zenginleşmelerini sağlamıştır. Bundan dolayı cesaretlenerek Rum Pontus İmparatorluğunu kurma hevesine kapılan ermeni ve Rumlar Mavri Mira cemiyetini kurmuşlardır. Fakat 1919 da Milli mücadelenin başlamasıyla bu amaçları gerçekleşememiş, daha sonra da Batı Trakya da ki Türklerle değiştirilmişlerdir. Bafra, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana idari teşkilatta Samsun ilinin büyük bir ilçesi olarak yerini muhafaza etmiştir. COĞRAFİ KONUM Bafra Karadeniz’e 20 km uzaklıkta, denizden yüksekliği 20 m olan ve Kızılırmak’ın biriktirdiği birikinti ovası üzerinde kurulmuş bir ilçemizdir. İlçe doğusunda ve kuzeyinde Karadeniz batısında Alaçam, güneyinde Kavak ilçeleriyle çevrilmiştir. Yüz ölçümü 175.000 hektar Samsun'a uzaklığı 50 km dir. Kızılırmak deltasını kaplayan Bafra ovası güneyde dağlarla çevrilidir. Bunlardan en yükseği 1224 m. ile nebyan dağıdır. Bu dağlar Canik dağlarının uzantılarıdır. Bafra'nın en büyük, Türkiye'nin ise en uzun akarsuyu Kızılırmak bu dağları derin bir vadi ile geçerek ovaya ulaşır. Bafra ovası tamamen Kızılırmak tarafından oluşturulmuştur. Irmağın denize yakın kısımlarından birçok göl oluşmuştur. Nebyan dağının etekleri ise yayla durumundadır. Kızılırmak'ın uzunluğu 1356 km. dir. Sivas'taki Kızıl Dağ'dan doğar, Orta Anadolu'da geniş bir yay çizerek Bafra'dan denize dökülür. En çok Nisan ve Temmuz dönemlerinde su taşır. Kızılırmak'ın denize döküldüğü yerde oluşmuş göller, ırmağın her iki yakasında da yer alır. Batıdaki göl karaboğaz doğudaki ise Balık Gölüdür. Doğu yakada yer alan göllerin başlıcaları şunlardır; Dutdibi, Liman, Kayırlı, Çernek, Gıcı Göl, Tatlı Göl, Tombul Göl, İnce Göl gibi Göllerin çevresi sazlık ve bataklıktır. Ancak; ormanlık alanlar da göze çarpar.
İKLİMİ
Orta Karadeniz iklimi hâkimdir, iç ve dağlık kesimler deniz etkisinden uzak olduğu için biraz daha soğuktur. Yağışlar bol, nem oranı fazladır. Ocak-Şubat en soğuk; Ağustos ise en sıcak aydır. SOSYO- EKONOMİK YAPISI : arımsal üretim ve tarım ürünlerinin pazarlanmasına dayalı bir ekonomi gelişmiştir. Kızılırmak deltası sulak alan çevresinde yaşayan insanların ise temel geçim kaynakları tarım, hayvancılık, Balıkçılık ve sazcılık gibi etkinliklerdir. Kızılırmak deltası Türkiye’nin önemli tarım alanlarından birisidir ve yoğun olarak sebze tarımı yapılmaktadır. Deltanın sulak alan çevresinde ise daha çok çeltik ve hububat üretilmektedir. İlçede hayvancılık genellikle sulak alan çevresindeki köylerde yapılmaktadır. Yetiştirilen büyük baş hayvanlar yılın 6 ayın sulak alandaki sazlık bölgelerde geçirilir. Bunlardan genellikle süt, yağ, peynir ve et gibi ürünler elde edilirken, küçükbaş hayvanlardan daha çok et, peynir ve yün elde edilmektedir. Diğer bir ekonomik etkinlik ise sazlık kesimidir. Saz kesimidir. Saz kesiminin en çok yapıldığı alan Doğanca Beldesidir. İlçede balıkçılıkta oldukça gelişmiştir. Deniz göl ve ırmaktan çeşitli balıklar avlanır. Göllerde; sazan, Alabalık ve kefal, Kalkan, Barbunya; istavrit ile hamsi avlanmaktadır. Derbent Barajı Gölü ve çevresinde Alabalık yetiştirme havuzları kurulmuştur. Sanayi alanındaki faaliyetlerde başta tütün olmak üzere oldukça gelişmiştir. İlçedeki Tekel Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğü tütünlerin bakım ve işletmesini gerçekleştirir. Bölgede 1 Tekel, 6 hazır giyim-tekstil, 3 orman ürünleri, 8 un-kepek, beton ve buz fabrikaları, tuğla damper, tanker, soba, zirai aletler, hazır pres kapı fabrikaları, tarım ve hayvan ürünleri fabrikaları, inşaat ve yapı firmaları, Uluslarası taşımacılık firmaları, dondurma üretimi yapan işletmeler mevcuttur. Bunların dışında diğer imalat ve montaj sanayi dallarından oluşan bir de küçük sanayi sitesi vardır. Bafra da birde Kızılırmak üzerinde elektrik üretim ve sulama amaçlı Altın kaya Barajı ile Derbent Barajları bulunmaktadır.Bölgede özellikle yurtdışına tekstil, gıda ve taşımacılık alanlarında ihracat gerçekleşmektedir. Özellikle hazır giyim, spor giyim, kot ve diğer tekstil ürünleri, başta Almanya olmak Üzere Amerika'ya ihraç edilmektedir. Ayrıca ilçede Karadeniz de 5.olmak üzere KOSGEB (küçük ve orta ölçekli işletmeleri geliştirme) irtibat bürosu mevcuttur. KOSGEB, bölgedeki Kobi (küçük ve orta Büyüklükteki İşletmeler) lere imalat-malzeme danışmanlığı, gözetim ekspertizlik, ISO 9000 kalite güvence sistemi ve yatırım danışmanlığı, teşvik, finansman metotları gibi konularda destek vermektedir.
ULAŞIM
Bafra Samsun’un 50 km. batısında. Samsun-Sinop Devlet karayolu üzerindedir. Her gün her saat Samsundan Bafra'ya araç bulmak mümkündür. Ulaşım problemi kesinlikle yoktur. Tarihi ve kültürel Değerler : Bilinen geçmiş M.Ö.5000–4000 yıllarına dayanan ve günümüze kadar sürekli yerleşim yapıldığı anlaşılan Kızılırmak ağzı ve çevresi Tarihi ve kültürel eserler bakımından yüklüce bir mirasa sahiptir. 1971 yılından itibaren ikiz tepe sınırlarında bulan ikiz tepe ören yeri ve çevrede yapılan yüzey araştırmalarında 57 höyük tipi, 6 düz yerleşim yeri, 25 antik çağ ve hemen sonrasına ait kalıntı, 48 tümülüs, 5 kaya mezarı, 3 mezarlık, 1 kale, 1 hamam, 1 köprü bulunmuştur. İkiztepe ören yerindeki en yüksek tepe ilk Tunç çağı III. zamanında (M.Ö.2300-2100) mezarlık olarak kullanılmış, Eski Anadolu'da bulunan mezarlıklardan en büyüğü olan bu mezarlıkta tespit edilmiştir. Çıkarılan toplam 690 iskelet üzerinde yapılan antropolojik araştırmalar sonucu ölüm yaşları ve cinsiyetleri belirlenmiştir. Ayrıca iskeletlerden 8 inde bilinçli beyin ameliyatları yapıldığına dair izler görülmüştür. Ameliyat yapılanlardan bazılarının hemen sonra öldüğü; bazılarının ise 10 yıla varan sürelerde yaşamlarını sürdürdükleri anlaşılmıştır. İkiztepe ören yerindeki bu en yüksek tepe daha sonra Helenistik çağda (M.Ö.330-30) bir tümülüs (yığma mezar) olarak ta kullanılmıştır. Kesme taştan inşa edilmiş olan tümülüs Anıt mezarı, biri büyük, biri küçük iki mezar odası ile tonozlu girişinde uzunluğu 9 m yi bulan bir dramos (giriş koridoru) dan oluşmaktadır. Anıt mezar aslına uygun olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. İkiztepe’nin Kızılırmak nehrinin Bafra delta ovasını meydana getirmeden önce, Kızılırmak’ın denize döküldüğü mevkide kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Kızılırmak nehrinin batısında yer alan ikiztepe şimdi Karadeniz’den 7 km. nehirden ise 2 km. kuş uçuşu uzaklıktadır. İkiz tepede yapılan kazılar sonucu insanların ahşap evlerde oturdukları, yaşamlarını hayvancılık, avcılık ve Balıkçılıkla sürdürmüş oldukları saplanmıştır. Kazılarda çıkanlar, silah, alet, takı ve semboller ikiz tepe halkının Anadolu madencilik sanatının gelişiminde büyük rol oynadıklarını göstermektedir. Yine kazılarda ortaya çıkan fırınlar ve taş kalıplar madeni eşyaların ikiz tepede yerel olarak imal edildiğini ispatlamışlardır. Madeni eşyalarda bakırın, arsenikle karışımını kullanmışlardır. Bakırı Merzifon yöresinden, Arseniği Gümüşhacıköy civarından elde ettikleri anlaşılmaktadır. Arsenikli bakırdan yapılmış bulunan 1000’in üzerinde eser Anadolu’nun en eski önemli koleksiyonlarından birisini oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen pişmiş topraktan yapılmış, dokuma tezgâhlarında kullanılan ağır saklar ikiztepe’de dokumacılığın da yapıldığını göstermektedir. Yine kazılarda bulunan bizler, deliciler ve geyik boynuzundan yapılmış sap, delikli balta ve çekiçler yörede hayvan derilerinin değerlendirilmiş olduğun gösteriyor. İkiz tepede ortaya çıkartılan 6000 civarındaki, pişmiş toprak, kemik, boynuz, taş ve maden eserler Samsun Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. İkiz tepe ören yeri, Kültür Bakanlığınca II. derece “Arkeolojik Site Alanı” olarak tescil edilmiş ve kamulaştırılmıştır.
Höyükler
Hacı baba Tepesi, Azaytepe, Tedigün, Tepe, Tepecik, Elmacık Tepe, Kara şeyh, Ömer usta Çiftliği, Paşa şeyh, Aşağı Tepe, Katır damı - tepecik, Zahna Mahallesi, Böğürtlen, Cevizli ve Kocal öp, Beylik köy, Kel beş Tepe, Kapı kaya, Hoş kadem Tepe, Şirlek Tepe, Sivri Tepe, Külcüler, Sorgunlu, Som Tepe, Özü büyük, Tingiller Tepe. Tümülüsler :Köfteroğlu, Som Tepe, Sorgunlu, Aşağı Tepe, Çandır Tepe, Derbent Tepeleri. Ören Yerleri : Soğukçam, Çırıklar, Bakır dere, Özü büyük. Bu arkeolojik alanlar (höyükler-Tümülüsüler-Ören yerleri) genellikle Bafra’nın güney ve güney batısında yer alır. Buralarda yapılan kazılarda ele geçen kalıntıların çoğunda Eski Bronz ve erken Hitit Kültürünün izleri görülmüş. Ayrıcı M.Ö.3000-2000 yılları, Genç Antik Çağ ve Roma devri kültürlerinin izlerine rastlanmıştır. Kaleler : Bafra’da Martı Kalesi ve Asarkale olmak üzere iki kale kalıntısı vardır. Bunlardan Martı Kalesi harabe halindedir. Kaleler Helenistik döneme aittir. sarkale Kızılırmak vadisinde Ağsar köyündedir. Sarnıç kuyuları, eski hapishanesi ve sur kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca kapalı çarşı olduğu sanılan bir galeri ve yontma taştan heykelcikler de bulunmuştur. Paflagonya Kaya Mezarları : Asar kalesinin olduğu bölgede Kızılırmak vadisinde dikkat çeken tarihiyapılardır. Helenistik döneme tarihlenmektedirler.
Camiler :Büyük cami (1670), Tayyar Paşa Cami (1869), Çarşı
Cami (1856), Nuriİbrahim Cami (1887), Dabakhane Cami(1766).
Türbeler :Hızır bey (Kümbet dede) Türbesi (14.yy) Emir Mirzat beyTürbesi (Bafra Türbesi–1381), Şeyh örenTürbesi. Hamamlar :Yeni şifa hamamı, Uzun hamam, geç Osmanlı Dönemine aittir. Bedesten :17.yy. da yapıldığı sanılmaktadır. Geç Osmanlı dönemi eseridir. Çeşmeler :Ali bey Çeşmesi (1751), Hüseyin bey çeşmesi (1909), Kadı çeşmesi (1778), Mescit Çeşmesi (1840), Taşlı çeşme (1840). Samsun-Sinop Karayolu Kızılırmak geçişi üzerindeki Çetin kaya Köprüsü (1937) de Bafra’nın Eski yapılarındandır. Kızılırmak Deltası :Bafra’nın doğusundan batısına 60km.’lik bir kıyı şeridine sahiptir. Bu delta 56.000 hektarlık bir alanı kaplar. Deltada balık gölleri, kıyı kumulları, çorak adalar, kuru ve su basar çayırlar, sazlıklar,çamur düzlükleri ve tarım alanları yer alır. Kızılırmak deltası kuş varlığı açısından son derece önemli bir yer olarak bilinmektedir. Deltanın sahilleri denize girmek ve güneşten yararlanmak isteyenler için idealdir. BalıkGölleri : İlçenin 20 km kuzey batısında Kızılırmak’ın iki yakasında yer alırlar. Bu göller irili ufaklı 33 parçadan oluşur. Toplam alanı 8000 hektardır. Göllerden bazıları; Kara boğaz Gölü, Balık Gölü; Liman Gölü, Dut dibi Gölü, Uzun göl, Kayırlı Göl, İnce Göl, Çernek Gölü Tombul Göldür. Çevresi sazlık ve bataklık olan bu bölgemiz kuş gözlemciliği açısından dört mevsim çok önemli bir potansiyele sahiptir. Bu bölgemiz ülkemizin en önemli sulakalan eko-sistemlerinden birini oluşturur. Kızılırmak Deltası ve balık Gölleri’ni sadece Bafra ilçesinde değil Alaçam, Bafra, 19 Mayıs ilçeleri topraklarında bir bütün olarak düşünmeliyiz. Baraj Gölleri Altınkaya ve Derbent Barajlarının gölleri ve çevresindeki ağaçlık alanlar Bafra’nın görülmeye değer köşelerindendir. Piknik yapmak ve dinlenmek amacıyla görülecek yerler olması yanında; oltayla veya balık avlamak içinde uygun mekânlardır. Altın kaya barajının, sol tarafında 1 km içerde bulunan şelalenin çevresi de dinlenme ve mesire yeri olarak eşsiz güzelliktedir. Ayrıca Yeşil yazı köyünde kumu çok güzel olan sahil, denize girmek için biraz derinse de balık tutmak için idealdir Karpuzşenlikleri :Bafra Karpuzun tanıtmak ve üreticiye daha iyürün elde etmeleri için teşvik amacıyla her yıl Ağustos ayınınson haftası yapılır ve 2 gün sürer. Sele-Sepet Top Kandil Şenlikleri: Her yıl ramazan ayının 15. gecesi çocuklara şeker dağıtmak, el feneri ile ev ziyaretleri yapmak, halk oyunları oynamak, mani söylemek vb. gibi etkinliklerle kutlanan geleneksel bir gecedir. HıdırellezŞenlikleri: Mayıs ayının 6.günü baharın gelişini kutlamak için yapılır. Topluca mesire yerlerine gidilir, piknik yapılır, oyunlar oynanır. Yakılan ateşlerin üzerinden atlanır, dilekler tutulup, adaklar kesilir. Geleneksel Karakucak Güreş ve Yayla Şenlikleri: Bengü ve civar köyleri Kültür, Yardımlaşma ve dayanışma Derneği tarafından her yıl Temmuz ayı içerisinde Bafra’nın Bengü köyünde yapılmaktadır. Güreşlerin yansıra bir panayır havasında geçen şenliklerde, yöre halkı tarafından çeşitli standları oluşturmakta ve eğlenceler düzenlenmektedir. Neyzen Teyfik Kültür Şenlikleri: Bafra’nın kolay beldesinde her yıl Ağustos ayının son haftasında kutlanır. Şenliklerde müzik ve folklor gösterileri, tiyatro faaliyetleri, halk ozanlarından deyişler, sergiler vb. etkinlikler yapılmaktadır. Folklorik Değerler Bölge kozmopolit bir yapıya sahip olduğundan çeşitli folklorik özellikleri de içine almıştır. Bu nedenle ilçe ve çevresinde değişik yörelerin oyunları oynanmaktadır. İlçe halı ve kilim dokumacılığı, özellikle dağ köylerinde bez dokumacılığı yapılmaktadır. Bir de zembil örücülüğü ve hasır örücülüğü gelişmiştir. Yemekler İlçede ve yöresinde geleneksel yemek olarak “keşkek” ve “Haluç” meşhurdur. Keşkeğin hazırlanışı şöyledir: buğday özü suda iyice pişirilir, piştikçe karıştırılır ve krema halini alır. Pişerken içine kemiksiz, varsa tavuk eti konur. Tavuk eti sat teli halini alıncaya kadar karıştırmaya devam edilir. Keşkek, kıvamında piştikten sonra üzerine tereyağı ilave edilerek servis yapılır. Haluç ise; daha önceden hazırlanan ve uzun müddet saklanabilen, saç üzerinde pişirilmiş yufkaların, istenildiği zaman ıslatılıp yağlı tavada kızartılmasıyla yapılan bir hamur işidir. Bafra pidesi, Köftesi, nokulu ve kaymaklı lokumu ile ünlüdür. Nokul tatlı hamurdan içine çeviz ve kuru üzüm konularak yapılır; bayram, düğün vb. gibi belirli günlerde misafirlere ikram edilir. Ayrıca her türlü balık yemekleri meşhurdur. |
BAFRA GÖÇMEN
TÜRK AĞIZLARI VE BAZI ÖZELLİKLERİ
Anadolu’nun çeşitli yörelerine değişik zamanlarda Balkanlardan gelen göç
dalgaları ağız coğrafyasını etkilemiş ve yerli ağızların arasında birtakım ağız
adacıklarının meydana gelmesine sebep olmuştur. Türkiye Türkçesi ağızları
incelenirken bunların da göz
önünde bulundurulması gerekir. Bu ağız adacıklarının coğrafî olarak hangi
bölgelerde görüldüğü, fonetik,
morfolojik ve söz
varlığı özelliklerinin neler
olduğu tespit
edilmelidir. Ayrıca göçmen ağızlarının yerel ağızları nasıl etkilediği veya
yerel ağızlardan nasıl etkilendikleri hususu da araştırılmayı bekleyen
konulardandır. Balkan göçmenlerinin yerleştirildiği illerden biri de
Samsun’dur. Çünkü hem mübadele
sözleşmesi kapsamında hem
de bu sözleşme dışında göç
edenlerin önemli bir
kısmı geçimlerini tarım
ve hayvancılıkla sağlayan insanlardır. Özellikle Bafra ilçesi, bu
insanların alışık oldukları hayat tarzını sürdürebilecekleri verimli arazilere
sahip yerlerden biridir. Bu
sebeple Samsun’a gelenlerin
çoğu buraya yerleşmek
istemişlerdir.Bafra’ya yerleşen
Balkan göçmenleri arasında;
hem mübadele öncesi buraya
göç eden şark
mültecileri, Kafkas, Kırım
ve Arnavut göçmenleri, hem
mübadele kapsamında Yunanistan’dan gelenler, hem
de mübadele sonrasında Bulgaristan’dan gelen göçmenler yer alır.
Mübadiller; Bafra’nın Aktekke,
Asar, Bakırpınarı, Cırıklar (Tütüncüler), Darboğaz, Çelikler,
Çetirlik, Derbent, Develi, Domuzağılı, Duhaçlı, Eldavut, Evrenuşağı, Gökçesu,
Hızırilyas (Hıdırellez), İkiztepe, Kapıkaya, Kaydalapa, Kostantinuşağı
(Yeniköy), Kuzalan, Selemelik ve
Sürmeli köylerine yerleştirilmiştir. Bulgaristan’dan gelen göçmenler ise
Bafra’nın Muamlı (Altınay), Hotmeşe,
Ağcaalan, Büyükyeraltı veKüçükyeraltı, Sarıköy, Gelemağrı,
Domuzağılı, Martıkale, Dedeli,
Kapıkaya, Selemelik, Kaydalapa, Bakırpınarı, Lengerli, Suğlaş,
Gökçeağaç köylerine yerleştirilmişlerdir.Bu yazıda Samsun’un Bafra ilçesinde
ikamet eden farklı etnik gruplara mensup göçmenler ayrı tutularak (Arnavut,
Pomak, Çerkez, Gürcü vb) yalnız
Türk kökenli Balkan
göçmenlerinin genel ağız özelliklerine değinilecektir. Anahtar
Kelimeler: Türkiye Türkçesi ağızları, Bafra göçmen Türk ağızları, mübadil ağzı.Bu yazı,
2729 Ekim 2011
tarihinde Edirne‟de düzenlenen
IV. Uluslararası Türkiye
Türkçesi Ağız AraĢtırmaları ÇalıĢtayı‟nda sunulan
bildirinin makaleye dönüĢtürülmüĢ biçimidir.
Yrd. Doç. Dr., OMU, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi
Böl., Elmek: ikaragoz@omu.edu.tr
İlknur KARAGÖZTurkish Studies2012
Giriş
Anadolu‟nun
çeşitli yörelerine değişik
zamanlarda Balkanlardan, Kafkasya‟dan
ve Asya‟dan gelen göç dalgaları ağız coğrafyasını etkilemiş ve yerli
ağızların arasında birtakım ağız adacıklarının meydana gelmesine sebep olmuştur.
Bu ağızların, yerleĢme tarihinden itibaren, dil –coğrafya ilişkisinin sonucu
olarak yerli ağızların etkisiyle bir değiĢim sürecine girmeleri tabiidir.
Göçmen ağızlarının coğrafya üzerindeki dağılımı, özellikleri yerli ağızlarla
ilişkileri hakkında bazı
çalıĢmalar
yapılmıĢsa da bunların
sayısı fazla değildir.
(Karahan 1999:25
-26). Ġşte bu
sebeple göçmen ağızları meselesi, ağız araştırmacılarını meĢgul etmeye
devam etmektedir.
Bafra Göçmen Türk Ağızları ve Bazı Özellikleri2141Göçmen
ağızları çerçevesinde ele alınması ve incelenmesi gereken yörelerden biri de
Samsun‟dur. Samsun‟un Bafrailçesi, son döneme kadar, verimli ovaları sebebiyle,
hem iç hem de dıĢ göç alan
ilçelerdendi. Nitekim göç
öncesinde geçimlerini tarım
ve hayvancılıkla sağlayan Balkan göçmenlerinin de tercih
ettiği yerlerin başında Bafra gelmştir. Böylece Samsun/Bafra yerel ağızlarının
yanında farklı ağız adacıkları ortaya çıkmıştır.
Bafra ilçesinin nüfus yapısı göçmenler açısından çeşitlilik
gösterir. Ülke sınırları dışından gerçekleşen
göçler neticesinde buraya
iskân edilen göçmenler
kendi aralarında şöyle sınıflandırılabilir:1.Mübadele öncesinde
Bafra ve köylerine
göç eden “şark
mültecileri, Kafkas, Kırım ve Arnavut göçmenleri” (Ġpek 2000:86),
2.1923‟ten
sonra Mübadele sözleşmesi
çerçevesinde Yunanistan‟dan göç
edip buraya yerleşen Türkler,3.1923-1933, 1934-1935 ve
1950-1951 yıllarında Bulgaristan‟dan göç ederek Bafra ve köylerine yerleşen
Türkler ve Müslüman Pomaklar. (Duman 2010:50-56)Bafra‟da yaĢayan Arnavutlar,
Pomaklar, Çerkezler ve Gürcüler Türkçeyi yerleştirildikleri sosyal çevreden
öğrenmişlerdir. Bu unsurlar
ana dillerini kısmen
unutsalar da, iki
dillilik özelliklerini devam ettirmektedirler. Özellikle Arnavut ve Pomak
göçmenlerin, kazanılmış dilleri durumundaki, Türkçe kullanımlarında hançere
farklılıkları oldukça dikkat çekicidir. Bu
makalede, Balkan göçmenleri arasında anadili Türkçe olmayan
Kafkas, Kırım ve
Arnavut göçmenler ile Pomaklar ayrı tutularak,
bilhassa, Balkanlardan göç edip
Samsun‟un Bafra ilçesine yerleşen ve
bugün hayatlarını burada
devam ettiren Türk
göçmenlerin ağız özellikleri üzerinde durulacaktır.
Makaleye kaynaklık eden
veriler, Samsun Göçmen Türk
Ağızlarının Derlenip İncelenmesi1adlı proje
kapsamında Bafra‟nın köylerinde
yapılan derlemelere
dayanmaktadır.
Proje
kapsamında mübadil köylerinden
Asar, Kapıkaya, Yeniköy
(KostanuĢağı),
Selemelik,
Aktekke, Ġkiztepe, Sarıkaya,
Sarıköy, Derbent, Tütüncüler
(Cırıklar), Hıdırellez, Eldavut
ve Yağmurca‟da; Bulgaristan göçmenlerinin yerleştirildiği köylerden de
ġeyhören, Altınay (Muamlı) ve Doğanca‟da derlemeler yapılmıştı
r. Derlemeler ve deşifreleri henüz tamamlanamadığından
bu çalışmada bir sınıflandırma ve karĢılaĢtırma yapmak yerine, Bafra‟ya göç
eden Balkan Türklerinin ağızlarında görülen ilgi çekici özelliklerden
bazılarına değinilecektir.
1.Bafra’ya Yerleşen Balkan Türklerine İlişkin
AdlandırmalarBafra‟ya yerleĢen Balkan
Türkleri için göçmen, muhacirve
mübadiladlandırmaları kullanılır. Ancak bunlar adlandıranlar ve adlandırılanlar
açısından farklı biçimlerde algılanır.
Göçmensözcüğü Türkçe Sözlük‟te “Kendi ülkesinden
ayrılarak yerleşmek için başka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk)” biçiminde
anlamlandırılmıĢtır. Göçmen yerine Arapça muhacirsözcüğü de kullanılır. Mübadilise
Türkçe Sözlük‟te “1.
Başkasının yerine
getirilmiş, mübadele edilmiş. 2. Lozan Antlaşması'na göre, İstanbul
dışında oturan Rumlarla değiştirilmek üzere
Batı Trakya dışındaki
Yunanistan'dan getirilen Türkler.” biçiminde kayıtlıdır.
Tarih
kaynaklarında ise, 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ve
Yunanistan arasında imzalanan sözleĢme ve protokol gereğince, haklarının
karĢılıklı olarak korunması esasına dayanarak, “Ġstanbul ve Batı 1Bu proje
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (BAP) tarafından desteklenmektedir.2142İlknur KARAGÖZTurkish StudiesInternational
Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or TurkicVolume
7/4,Fall,2012Trakya hariç Türkiyedeki Rumlar ile Yunanistan‟daki
Türklerin” zorunlu olarak göç ettirilmesi olayına mübadele, bu vesileyle
Türkiye‟ye gelenlere de mübadil denmektedir.(Ġpek 2000:30) Göçmenler arasında
mübadil statüsü, sözcüğün anlamına farklı bir boyut kazandırmıĢtır. Çünkü
Bafra‟da hem mübadele kapsamında hem de mübadele dıĢında buraya gelip
yerleĢenler bulunmaktadır. Yerli halk için geldikleri yer ve geliĢ biçimlerine
olursa olsun dıĢarıdan gelen herkes göçmen veya muhacirdir. Fakat, bilhassa
mübadeleyle gelenler kendilerine göçmen ya da muhacir denmesini
istemezler. Onlar, içeride
olanın dıĢarıdan geleni
dıĢlama, ötekileĢtirme gayretlerinin tezahürü
olarak gördükleri bu
sözcük yerine, haklarının
korunduğu anlamını çağrıĢtıran,
mübadil sözcüğüyle anılmayı tercih ederler. Mübadele kapsamında Bafra‟dan göç
eden Rumların boşalttığı mülk
ve araziler Yunanistan‟da
bıraktıklarının karşılığı olarak
kendilerine tahsis edilmiştir. Yerli
halk boşaltılan mülk
ve arazilerin kendilerine
kalma ihtimalini ortadan kaldıran soydaşlarına karşı başlangıçta
hiç de dostane bir tavır takınmamıştır. Dolayısıyla, yokluk ve kıtlık
zamanlarında yeni yokluk ve sıkıntıların doğmasına sebep oldukları düşüncesi
yerli halk ile aynı soydan gelen mübadil veya diğer muhacirler arasında görünmez
duvarlar inşa etmiĢtir.2.Mübadillerin
ve Diğer Göçmenlerin
Geldiği Yerler ve
Bafra’da Yerleştirildiği Köyler
Bafra‟ya yerleşen mübadiller, Yunanistan‟ın “Kavala,Drama, Sarışaban, Pravişte
kaza ve limanlarına tābi köylerde”
(şpek 2000: 26)
yaşarken Balkanlarda homojen
yapılı devletlerin kurulması sürecinde,
mübadele sözleşmesi gereğince
1924‟ten sonra Türkiye‟ye
gelmeye başlamışlardır. Gelenlerin 7797‟si Bafra Kazasına sevk edilmiştir.
(şpek 2000:88). Bunların 6279‟u mübadildir ve
Bafra‟nın Aktekke, Asar,
Bakırpınarı, Cırıklar (Tütüncüler), Darboğaz, Çelikler, Çetirlik, Derbent,
Develi, Domuzağılı, Duhaçlı,
Eldavut, Evrenuşağı, Gökçesu,
Hızırilyas (Hıdırellez), Ġkiztepe, Kapıkaya,
Kaydalapa, Kostantinuşağı (Yeniköy),
Kuzalan, Selemelik ve Sürmeli köylerine yerleştirilmiştir. (bk.
şpek 2010:174-182)Bulgaristan göçmenleri hakkında tarih kaynaklarında şu bilgilere
rastlanmaktadır: 1929 yılında
Bafra‟nın Muamlı (Altınay)
Köyü‟ne 50 hanelik
bir topluluk yerleĢtirildi. 1934-1935 yıllarında 156 hane Darboğaz,
HotmeĢe, Ağcaalan, Büyükyeraltı ve Küçükyeraltı köylerine, 1951 yılında ise
vilayet dahilinde iskân edilmeyi bekleyen 2363 göçmenin bir kısmı Bafra‟nın
Gazi Paşa ve Ġsaklı mahalleleri
ile Harız, Sarıköy,
Gelemağrı, Domuzağılı, Martıkale,
Dedeli, Kapıkaya, Selemelik,
Kaydalapa, Bakırpınarı, Lengerli, Suğlaş, Gökçeağaç gibi köylerine yerleĢetirilmişlerdir.
(Duman 2010:50 vd.) Bulgaristan
göçmenlerinin geldikleri yerler
hakkında kesin kayıtlar
yoktur. Ayrıca köylere yerleştirilenlerle
ilgili kayıtlarda Pomak –Türk ayrımı da yapılmamıĢtır. Derleme sırasında kaynak
kişilerden edinilen bigiye göreBüyükyeraltı, Küçükyeraltı ve Ağcaalan‟a yerleştirilenlerin
tamamı, Dedeli, Asar, Selemelik ve Sürmeli köylerine yerleştirilenlerin ise bir
kısmı Pomaktır. Bu köyler, nüfus bakımından, yerli halk ve mübadillerin de
bulunduğu karma köylerdir. Türk kökenli
Bulgaristan
göçmenlerine; Muamlı (Altınay),
şeyhören ve Doğanca
köylerinde rastlanmıştır. Doğanca‟da
yerleşenler Hoca köyü‟n den, şeyhören‟dekiler
Osmanpazarı Kazasına bağlı Sarsıplı Köyünden, Muamlı‟dakiler ise Omurtag bölgesindeki
Köpekköy‟den geldiklerini söylemektedirler.3.Bafra’da Yaşayan Göçmen Türk
Ağızlarının Bazı ÖzellikleriDerlemeyapılan kaynak kiĢiler atalarının Osmanlı Devleti
zamanında bilhassa Konya-Karaman civarından Balkanlara göç ettirilen Türkler
olduğunu söyleseler de bu konuda kesin bir
bilgi yoktur. Askerî ve siyasî gerekçelerle Osmanlı
döneminde Anadolu‟dan Balkanlara ilk Türk nüfus
nakli 1350‟li yıllarda,
Sultan Orhan Bey‟in
oğlu Süleyman PaĢa‟nın
Gelibolu‟ya görevlendirilmesinden sonra gerçekleşir.
(ĠnbaĢı2002:157-159). Fakat kaynaklar, Balkanlara çok Bafra Göçmen Türk Ağızları ve Bazı
Özellikleri2143Turkish 7/4, Fall,2012daha eski tarihlerde gelip yerleĢen
Türklerden de bahsetmektedir. IV. yüzyılda Alanlar ve Hunlar,
VI. yüzyılda AvĢarlar, VII. yüzyılda Ġtil (Volga)
nehri boylarında yaşayan Bulgar Türklerinin bir kısmı, XI. yüzyılda Uzlar yahut
şuz veya Oğuzlar daha sonra da Kumanlar ve Peçenekler bu coğrafyaya yerleşmiştir.
(Kalay 1998:5)
Bu makale çerçevesinde, resmî olarak 1924 yılı ve
sonrasında Balkanlardan Anadolu‟yazorunlu olarak göç etmek durumunda kalan ve
bugün hayatlarını Bafra ve köylerinde devam ettiren göçmen Türklerin ağızlarına
ilişkin bazı hususlara değinilecektir.Bafra
ve köylerinde yaşayan
göçmen Türk ağızlarını,
mübadil göçmen ağızları
ve Bulgaristan göçmenleri ağızları biçiminde ayırmak gerekir.
Mübadil göçmen ağızlarında görülen bazı özellikler: 1.Mübadil
göçmen ağzının en dikkat çekici ses özelliği, ön ses ve iç seste /h/ sesinin düşmesidir.
Bazı sözcüklerin, yerel ağızların veya standart dilin etkisiyle olsa gerek, hem
/h/‟li hem de /h/‟siz biçimleri birlikte kullanılmaktadır: heP eP, āne hāne,
amur hamur vb. 2./h/‟siz bazı alıntı sözcüklerin /h/ öntüremesiyle
telaffuz edildiği görülür;
elbet helbet. 3.Bazı köylerde
u9arı o9arı, sek, ırak sözcükleri kullanılırken
bazı köylerde veya mahallelerde bu sözcüklerin yu9arı, yüşsek, yırak biçimleri
tercih edilmektedir.
4.Ġç ve son seslerde r, n, l seslerinin düştüğü
görülür: 9a9tı (<kalk-), nası(<ne+asıl),
içi (için), ra
(sonra) vb.5.Batı grubu Anadolu ağızlarında korunagelen damak n‟sine (ñ) (bk.
Korkmaz 2010: 95) rastlanır: yanıña, geziyoruña vb.6.Edirne ağızlarında
görülen ç>c, 9>ð, k>g,
p>b, s>z, Ģ>j
ve t>d tonlulaĢmaları yaygındır. (bk. Kalay
1998:42-43): iÇ, çocuġ, dengleştirmiĢler, annadırdılar,7.Bafra yerli
ağızlarında da olduğu gibi dudak uyumu tam yerleĢmemiĢtir. Bazı eklerin uyum dıĢı
kullanımlarına rastlanır; -DIr-ettirgenlik eki (alıĢduru
alıştırır),-ma-olumsuzluk eki (durmeyo
durmuyor) vb.8.ġimdiki zaman çekimi
için –y, -ya/-ye, -yı/-yi, -yo, -yu
biçimleri nöbetleşe kullanılmaktadır.
Bu çeşitliliğe yerel ağızların da katkısı olduğu söylenebilir. Ayrıca standart
dilin etkisiyle –yor biçimine de rastlanır: yapiy, yapiya, geliye, yapiyı,
geliyo, dolduruyu, alıyor vb.9.GeniĢ zaman çekiminde bazı köylerde –
(I)r, -Ar biçimleri bazılarında ise –ıve–ā biçimi kullanılır.
Bu biçimlerin içseste
r‟leri düĢürme eğiliminin
sonucu olarak ortaya
çıktığı, bağlantı ünlüsünün ekin
işlevini üstüne aldığı
ve düşüşün izi olarak
uzun ünlüye döndüğü söylenebilir; gelĢ, yapāmış, bul la
vb.10.Olumsuz fiilin geçmiş zaman sıfat-fiil biçimi, –mıĢ/-miĢ yerine –(y)ik biçimbirimi (düzülmeyikti) ile
yapılır. Bu biçime Türkmen ve Yörük ağızlarında da rastlanır. (bk. Demir
2009)11.-9a/-ke zarf-fiili (Karahan 1996:216-219) yaygındır. Ayrıca genişletilmiş,
-9an/ken, -0an, -9ana/-kene biçimleri de kullanılır. Bunların dıĢında bazı
köylerde 9aydı/-keydi,
-9aydın/-keydin (<-9a i-di(n))2
biçimlerine
de rastlanmıştır: yapar9aydı, gelirkeydin
vb. Bu genişlemiş
biçimler geçmiĢ zamanda gerçekleşen
fiillerin zarfı olarak kullanılmaktadır: sa9aydın gelirdi (Sağ iken gelirdi.)İlknur KARAGÖZ
7/4,Fall,201212.-ınca zarf-fiilinin, -ınca/-ince, -ıncı/-inci, -unca/
-ünce, -uncı/-ünci biçimleri yanında –9aydı/-keydizarf-fiiline benzeyen –ıncaydı/-inceydi biçiminde geniĢletilmiĢ
olanlar da kullanılmaktadır:
yapıncaydı, gelinceydi vb.13.Nadiren –a/-e yönelme biçimbirimi yerine –ı/-i
yükleme biçimbiriminin kullanıldığı görülür.14.keyim (<
ked-),övey(<ög),beyüKlerimiz(<bed-) sözcüklerinde fonemik; sarılıð
(<sar-(ı)l-ð), tutuluð,niĢanlu9ekilig, düzülüg sözcüklerinde de morfem
düzeyinde (-lıð/-lig > -lı/-li) eskicil
unsurlarla karĢılaĢılır.15.Sözcük düzeyinde görá(g yā ) ve çünkülüm(çünkü) örnekleri de ilgi
çekicidir. Çünkülüm‟de kuvvetlendirme iĢlevli –lüm( ) parçasına Edirne ağzında
sankilimsözcüğünde de rastlanır (Mansuroğlu 1988:184).16.Rumeli ağızlarının
sınıflandırılmasında ölçüt olarak
kullanılan önseste b->p-değiĢimiyle ilgili olarak, bazı
köylerde, pin-(<bin-) fiiline; ön hecede –ö->-ü-değişimiyle ilgili olarak
da d -(döv-) ve düĢek (döĢek), sözcüklerine rastlanmıĢtır.17.Anadolu ve Rumeli
ağızlarındaki Kıpçakça unsurlardan biri olduğu ileri sürülen
–g->v-değiĢimini örnekleyen sözcükler de kullanılmaktadır: yavurdum
(<yoður-), sıvınmış (<sıðın-). (krĢ. Gülsevin 2009: 256) Öte yandan s;oudum
(<soğu-) s;oan (<soðan), t;au9(<taðu9< ta9aðu) sözcüklerinde ðsesi
kaybolmuştur. Bu, Bulgaristan Türk ağızlarının
Doğu grubu özelliklerinden
biridir .(Hazai 1998:206)Bulgaristan göçmenlerininağızlarında görülenbazı
özellikler:1.Ön veya iç seste /h/ sesinin düşmesi yaygın değildir. /h/‟li ve
/h/‟siz biçimler birlikte kullanılır, ancak yerel ağız veya standart dilin
etkisiyle olsa gerek /h/‟li biçimler daha sık kullanılır: afta hafta, helva,
haşlıyesun (haşlıyorsun) vb. ayran
sözcüğünün /h/‟li (hayran,
hayrancı) telaffuz edilmesi
de ilgi çekicidir,
hayva (ayva) ve helbet (elbet) sözcükleri de hem yerliler hem de
göçmenler tarafından kullanılmaktadır. (bk. Kalay 1998: 58)2.s>z, Ģ>j ve
9>ðtonlulaşmaları görülür: asaz (<esas), ðuyun (9oy)
vb.3.9>0değiĢimini örnekleyen sözcüklerle
karĢılaĢılır: yapa0an (yaparken),
çı0ıyarı (çıkıyor) vb.4.Ġç seste r, y ve g ünsüzlerinin düştüğü
görülür:tāla(tarla),mācılı9 (muhacirlik), v di ( verdi), s ledim (söyle-),
;ðvb.5.Ön seste b>p değiĢimi görülür: pindirdi (bin-).6.Ġçseste
–ð-vdeğiĢimi: yuvuracan (<yoður-) 7.Bir iki sözcükte kapalı e sesi görülür: yėdirsene,
nė, nėden, yėdik, ėkiz.8.Ön ve iç seste o>u / ö>ü değiĢimine rastlanır:
undan sura (ondan sonra); le, b le, Ģ le
(bazen yerel ağız ya da mübadil ağzının tesiriyle le, b le; s ledim vb.), rettik (öğret-vb.9.Ünlüyle biten kelimelerden sonra ilgi
eki -yın/-yin biçimindedir: Edirneyin, Duvancayın. (bk. Kalay 1998: 65) Teklik I. ve II. Ģahıs zamirlerine ise –em, -en biçiminde getirilir: beem (benim), seen
(senin).Bafra Göçmen
Türk Ağızları ve Bazı Özellikleri2145uyuyarı örneklerinde görüldüğü üzere
–ey, -ya ve –yarı biçimlerini kullanırlar.15.Teklik I.
Ģahıs eki –ım
yerine bazen –n kullanılır;
yazdırıcān (yazdıracağım), ðoycān.
Aynı biçim i-fiilinin geniĢ zamanında da görülür: desdurliyin vb. 16.Aslî uzun
ünlülü sözcüklere rastlanır: ādları, āç-vb.SonuçTürkiye Türkçesi ağızları
sınıflandırmasında Batı Grubu Ağızlarının V. Alt Grubunda yer alan Samsun‟un
(Karahan 1996) Bafra
ilçesi ve köylerinde
yaptığımız derlemeler sonucunda ulaĢtığımız verilere göre, burada
iki ana göçmen ağzından bahsedilebilir:1.Mübadil göçmen ağızları,2.Bulgaristan
Türk göçmenlerinin ağızları.Her iki ağız grubunun dakendi içinde alt grupları
olduğu Ģüphesizdir. Ancak bu alt grupların tespiti bu derlemelerin ve
deĢifrelerinin tamamlanıp ayrıntılı bir biçimde incelenmesiyle mümkün
olabilecektir. Németh, Bulgaristan Türk Ağızlarını Doğu ve Batı olmak üzere iki
gruba ayırmıĢtır (bk. 1983: 113-167). Bu
sınıflandırmaya göre Bafra‟daki
Bulgaristan Türk göçmenlerinin bir kısmı Doğu
grubunun bir kısmı da Batı
grubunun temsilcisidirler. Hazai
Doğu ağızlarının, “ses sistemlerinin esası
göz önünde bulundurulursa”, Yeni
Türkçeye,Batı ağızlarının ise
Eski Osmanlıcaya
bağlanabileceğine iĢaret eder.
(1988:205). Buna dayanarak
mübadil göçmen ağızlarının ise
daha çok Bulgaristan Türk ağızlarının Doğu grubuna yakın olduğu söylenebilir.Göçmen
ağızları üzerinde, Bafra yerli ağızlarının etkisinin sınırlı olduğu
görülmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri göçmenlerin, boĢaltılan Rum
köylerine ya da yeni kurulan köylere yerleĢtirilmiĢ olmasıdır. Karma köy sayısı
çok azdır. Öte yandan karma köylerdeki yerli halk da
Rumların boĢalttığı arazilerin kendilerine
miras kalması ihtimalini
ortadan kaldıran göçmenleri
baĢlangıçta pek de dostane karĢılamamıĢ, rivayetlere göre, boĢaltılan mülkleri
tahrip etmiĢtir. Bu yüzden göçmen halk, uzun zaman kendi içinde kapalı bir
hayat yaĢamıĢ, bunun sonucu olarak da ağızlarını büyük ölçüde koruyabilmiĢtir.
Ağız etkileĢimini sağlayan sosyal olaylardan biri olan kız
alıp vermeyi de,
sırf bu sebeple,
yakın zamana kadar,
yalnız kendi içlerinde gerçekleĢtirmiĢlerdir. 2146İlknur KARAGÖZTurkish StudiesYerel ağızlarla
iliĢkiler konusunda kesin hükümlere varmamızı zorlaĢtıran hususlardan bir baĢkası
da yerel ağızlara iliĢkin çalıĢmaların henüz tamamlanamamıĢ olmasıdır.3I. KuĢak
göçmen sayısı özellikle mübadillerde çok azdır. II. KuĢak tam III. kuĢak ise kiĢisel Ģartları
(eğitim durumu, yaĢadığı
yerin merkezle bağlantısı
vb.) çerçevesinde ağız özelliklerini korumaktadırlar. Son
dönemde göçmen halkın eğitim düzeyinin yükselmesi yanında teknolojik imkânların
(haberleĢme ve ulaĢım) artması ve Ģehir merkezine yakınlık gibi sebeplerle standart
dilin etkisi bu ağızlarda daha çok görülmektedir. Bütün Türkiye Türkçesi
ağızlarında olduğu gibi buradaki göçmen ağızlarında da Eski Anadolu Türkçesi ve
Eski Türkçe ile bağlarını tanıklayan eskicil unsurlarla karĢılaĢılır. Bafra
göçmen ağızlarının diğer Anadolu ağızlarıyla iliĢkileri de gün ıĢığına
çıkarılmayı bekleyen hususlardandır
. Zira bu ağızların daha eski temsilcileri arasında, Balkan coğrafyasına Osmanlı Devleti zamanında
Anadolu‟nun çeĢitli yerlerinden göç eden Türk boyları da vardı. Bu konuda tarih
kaynaklarında ilk zamanlarGelibolu ve çevresine yerleĢtirilen
Türkmenlerin daha ziyade Karesi bölgesinden olduğu, Fetihlerle alınan yeni topraklara Orta
Anadolu‟dan ve Batı Anadolu‟daki Saruhan, Aydın, MenteĢe
gibi sahil beyliklerinden çok sayıda Türkmen‟in Rumeli‟ye yerleĢtirildiği (ĠnbaĢı
2002: 157-159) bilgisi
yer almaktadır. Göçmen
ağızları meselesi aydınlatıldığında
bu bilgiler de kesinleĢebilecektir.KAYNAKÇAAYDIN,Mehmet (2002), Aybastı
Ağzı(Ġnceleme –Metin –Sözlük), TDK Yay., Ankara.AYDIN,Mehmet (2011),
“Ağız AraĢtırmalarında Ġç
Göç Sorunu: Samsun
Örneği”, Samsun Sempozyumu (13
–16 Ekim 2011).BURAN,Ahmet (2011), “Türkiye Türkçesi Ağızlarının Tasnifleri
Üzerine Bir Değerlendirme”, Turkish
Studies International Periodical
For the Languages,
Literature and History
of Turkish or Turkic, Volume 6/1 Winter, s. 40-55. CAFEROĞLU,Ahmet (1989),
“Adadolu ve Rumeli
DeğiĢmeleri Ünlü DeğiĢmeleri”,
TDAY-Belleten 1964, Ankara, s.1-33.DALLIHüseyin (1991), Kuzeydoğu
Bulgaristan TürkAğızları Üzerine Araştırmalar, TDK. Yay, Ankara. DEMĠR,Nurettin (2009),
“Ağız Dokümantasyonu Niçin
Gereklidir ”, Türkiye
Türkçesi Ağız Araştırmaları
Çalıştayı Bildirileri(25-30 Mart 2008 ġanlıurfa), Ankara,
s.183-191.DUMAN,Önder (2010),
Rumeli’den Samsun’a Göç,SamsunBüyükĢehir Belediyesi
Kültür Yayınları, Samsun.ECKMANN,J. (1988), “Dinler (Makedonya) Türk
Ağzı”, TDAY-Belleten 1960, s.189-204. ERCĠLASUN,Ahmet Bican
(1999), “Ağız AraĢtırmalarında Kullanılacak
Transkripsiyon ĠĢaretleri”, Ağız Araştırmaları Bilgi Şöleni(9 Mayıs
1997), Ankara, s. 43-48.GÜLENSOY,Tuncer
(1987), “Rumeli Ağızlarının
Ses Bilgisi Üzerine
Bir Deneme”, TDAY-Belleten 1984,
Ankara, s.87-
147. 3Mehmet Dursun Erdem
Samsun Ağızlarına iliĢkin
geniĢ kapsamlı bir
derleme çalıĢması yapmıĢ
ancak henüzyayımlayamamıĢtır. Bafra Göçmen Türk Ağızları ve Bazı
Özellikleri2147
Turkish StudiesInternational Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish orTurkic
GÜLSEVĠN,Gürer (2009), “Türkiye Türkçesi Ağızlarında
Kıpçakça Denilen Unsurlar Üzerine 1: (G>V DeğiĢmesi), Türkiye Türkçesi Ağız
Araştırmaları Çalıştayı Bildirileri
(25-30 Mart 2008 ġanlıurfa), Ankara, s.251-258.,Gürer (2005),
“Ağız AraĢtırmalarında YaygınlaĢmıĢ
YanlıĢlar 3: „üzüm/yüzüm‟; ölük/höllük‟ Türeme mi, DüĢme
mi ”, Türk Dünyası İncelemeleri
Dergisi/ Journal of Turkish World Studies, C. V, S. 2, s.
207-213, Ġzmir. HAZAI,G. (1988), “Rumeli Ağızlarının Tarihi Üzerine”, TDAY-Belleten
1960, s.205-211. ĠNBAġI,Mehmet (2002), “Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti ve Ġskan
Siyaseti”, Türkler, Editörler: H. C. Güzel –Prof. Dr. Kemal Çiçek –Prof. Dr.
Salim Koca, Yeni Türkiye Yay. Ankara, C.9, s. 154-164.ĠPEK,Nedim (1999), Rumeli’den
Anadolu’ya Türk Göçleri, TTK Yay., Ankara.
ĠPEK,Nedim (2000), Mübadele ve Samsun, TTK Yay.
Ankara.ĠPEK,Nedim (2010),
Selanik’ten Samsun’a Mübadiller, Samsun BüyükĢehir
Belediyesi Kültür Yay. ,Samsun. KALAY,Emin (1998). Edirne İli Ağızları, Ankara.
KARAGÖZ,
Ġlknur (2011), “Bafra ve Köylerinde Göçmen Ağzı”,
Samsun Sempozyumu (13 –16
Ekim 2011).KARAGÖZ,Ġlknur (2012a). “Bafra‟daki Drama Göçmenleri
Ağzında YaĢayan Zarf-Fiiller”, Leylâ Armağanı, Akçağ Yay.
(Yayımlanacaktır.)KARAGÖZ,
Ġlknur
(2012b).“Türkiye Türkçesi Ağızlarında i-Fiilinin Görülen GeçmiĢ Zaman
Teklik III. ġahıs Çekiminde Kip ve Zaman Ekinden Sonra
Gelen n Birimi ve ĠĢlevi”, 7. Uluslararası Türk Dili Kurultayı (24-28 Eylül
2012), Ankara.KARAHAN,Leylâ (1996), Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, TDK
Yay. Ankara.KARAHAN,
Leylâ
(1999), “Ağız AraĢtırmaları
Alanında Yapılması Gerekenler”, Ağız
Araştırmaları Bilgi Şöleni(9 Mayıs 1997), Ankara,
s.24-28.KORKMAZ,
Zeynep (1989), “Anadolu Ağızlarının Etnik Yapı Ġle
ĠliĢkisi Sorunu”, TDAY-Belleten
1971, s.21-32.KORKMAZ,Zeynep (2010),
“Anadolu ve Rumeli
Ağızlarının Dayandığı Temeller”, TDAY-Belleten 2007/1, Ankara,
s.87-110. MANSUROĞLU
,Mecdut
(1988), “Edirne Ağzında
Yapı, Anlam, Deyim
ve Söz Dizimi
Özellikleri”, TDAY-Belleten 1960, Ankara,
s.181-187.NEMETH,Gyula (1983), “Bulgaristan
Türk Ağızlarının Sınıflandırılması Üzerine”, TDAYTURKEY